Somali: Hicret'in ilk durağı!
Şu kıyılar var ya!
Tevhid’i teslis’e, hakk’ı batıl’a tercih
edenlerin sesleriyle yankılanır. Zeyla derler buralara.
Emin Bir Kral’ın misafirlerini karşılar.
Necaşi’nin, ‘dünya bir yana gelse teslim etmeyeceği’ konuklarıdır, onlar.
Hicret’in manasıdır, çilenin mayası… bu
diyarlar. Bilal yüzlüler, selama koşarlar. İz süren cahiliye artığına vermez
kardeşlerini, Necaşi.
O gün bu gün özgürlüğe sevdalıdır,
gayeye tutkulu…
Yay gibi gerilmiş bir coğrafyadır,
Somali. Kuzey’i ve Güney’i kavramıştır, haritada. Hamidir, onlara.
‘Eski Kıta benden sorulur!’ der gibidir.
Yapar vazifesini, yüz yıllarca.
Mekke’den gelen haber, önce burada
yankılanır. Davudi sesiyle Bilal, çağırır Kenyalıyı, Tanzanyalıyı, Ugandalıyı…
‘Haydin kurtuluşa!’ der. Köle gittiği
Hicaz’dan, hür döner vatanına. İşkence Ebu Cehil’den, inkar Leheb’den
kalmıştır. Kazanılmıştır bir imtihandır, kızgın güneş altında: ‘Ehad, Ehad!’
Yerlinin toprağını alıp haç’ını bırakan
Avrupalı, sert kayaya çarpmıştır, bu kez. Ufalır, kocaman adamlar(!)
Kızıl Deniz, emindir. Nil bir başka
akar. Suyun sahibi Firavun değildir. Emanettir insana, Yaradan’dan.
Bakir topraklar yerlilerindir. Bugünden
sonra Senegal Limanı, evinden koparılan babaları, bir daha uzak illere uğurlamayacaktır.
Köleliği ayağının altına almıştır, Kutlu
Önder. İnsanlığın anayasasıdır, Veda Hutbesi!
“Anaların özgür doğurduğunu kim
köleleştirebilir?” nidası duyulur, Ömer’den.
Masal değildir, yaşanan. Destan olamaz,
gerçek kahraman! Nehirler oynak balıklarla daha bir şen, dağ başları huzurun
iklimidir.
Ormanlar, gemilere yüklenen tomrukların
altında can veren öz sahiplerini hatırlar. Geride kalmıştır, tarlasında ırgat
olmak.
Ürettiğini korsana kaptırmak tarihe
karışmıştır. Komprador, çıkamaz insan içine. Adil bir fetihtir, eşit bir
dağılım.
Yerli diller, Arapça’ya karışır namaz
ikliminde. Karışmaz ne konuştuğuna, Medineli ensari, Mekkeli sahabi.
Haykırır, tüm kıtaya: Diller, renkler ve
tenler Allah’ın ayetlerindendir. Karışan, Yaradan’ın sınırlarını çiğner,
açıkça.
Mogadişu kucak açar dünyaya: ‘Edebiyle
gelen baş tacıdır, yok haddi aşarsa ibretlik bir son bekler, bu limanda.’
Selçuklu’nun adı duyulur, Osmanlı’nın
kendi gelir. Kuzey, Güney’e dost; Güney, Kuzey’e müttefik. Tek gözlü
korsanların hevesi kursağında kalır. Afrika, adilce bölüşür Yaradan’ın
nimetini.
………………………
Adına Hutbe Okunan Abdulhamid Sultan’ın
gözbebeği topraklar, nakus gürültüsüyle inledi, günün birinde. Su uyur, düşman
uyumazdı.
Nimetin, elden gidince anlaşılırdı
kıymeti. Hasta Adam(!) fethi unutmuş; salgın, vücuda yayılmıştı. En iyi savunma
saldırıydı ve ‘Cennet kılıçların gölgesi altında’ydı.
Tabiat boşluk kabul etmezdi ve işgal,
fethin yerini doldurmuştu.
Bin iki yüz yıllık refah beldesi, korsan
naralarıyla yerle bir oluyor; ırmaklar kirleniyor, dağlar üç gram altın için
patlıyor, sokaklar yaban adamların ‘mal bulmuş mağribi’ tavırlarına alışıyordu.
İtalyan güneyden, İngiliz kuzeyden,
ayırmıştı ülkeyi. On yıllar acı ekti, göz yaşı biçti.
……………………..
Altmış Dokuz’da, elinde büyüttüğü
Berri’yi ülkeye saldı, İtalya. Otuz yıl sonra, Karzai’yi Afganistan’a yolladığı
gibi.
İthal bir ajandı, tanıdık bir plancı.
Sosyalistti. Lakin yaptığı benziyordu, Anadolu’dakine:
Somalice, Arap harfleriyle yazılıyordu. Köküne
bağlıydı, halk. Yürümezdi böyle, devrim amacına ulaşmazdı. Latin alfabesi
yetişti imdadına(!)
Önce alfabe, sonra terazi, sonra takvim,
sonra kıyafet değişti. Nihayet yakın düşman tehdidi(!), en yakın düşmanla
ittifak!
Yeryüzünün zalimleri sıralamada hiç
şaşmadılar.
Daha şehit dedelerinin kanı kurumadan,
torunları, Berri’nin darağaçlarında sallandı. Kodeslerinde can verdi. Kabustu,
sokağa çöken. Karabasandı, bulvarlara yayılan.
İtalyan’a, İngiliz’e karşı verilenden
daha fazlası şühedaya karıştı.
Önce danışıklı dövüşle, birden fazla
ülkeyle harbe tutuş; genç nüfusu azalt.
Devrim mahkemeleri kur. Alimlerini kurşuna diz.
Sonra ateş aç, halkın üstüne. Katlet,
gözünü kırpmadan. Kalanlarını kaldır ortadan.
Yeryüzünde yirminci yüzyıl için
emperyalizmin buyurduğu bu demek. Ülkeler farklı, planlar dakik, titiz, aynı!
Hicret’in Yurdu, bu kez zalimden kaçış
için yollardaydı. Denize düşen yılana sarılırdı. Etiyopya insan seli, Etiyopya
çaresizlikti, Somali için.
İç savaş şartlarını hazırlayıp, kaçtı
Berri. Silahlar, saklandıkları yerden çıkarıldı. Yağlandı sinsice. Pat patlar
sağa sola saçıldı, birbirine düştü mü’minler.
Kuraklık ve kilise… Pusuda bekleyen
misyonerler. Alıp götürdüler, Hicret’in Çocuklarını.
Orada edindiği tecrübeyle Bosnalı çocuğa
da haç takmıştı, Avrupalı. Soyadını taşıyan herkesi yok et, çaresiz kalanı
kendine benzet!
………………………..
Askeri üs lazımdı, coni’ye. Oradan kan
dökecekti bölgede, at hırsızı kovboy! Fırsat bu fırsattı ve fırsat ganimetti.
Hesaba katılmayan bir şey vardı:
Şehitlik bir rütbeydi ve şehadete koşan
bir mü’minden daha güçlü bir silah yoktu. Seyyid Hasan ile Seyyid Muhammed’in
kahramanlıklarıyla uyumuştu bebeler, ninni yerine.
Anadolu’da Battal Gazi, Ulubatlı… ne
ise, Somali’de Hasan ile Muhammed o idi. Direnişin sembolüydü ikisi, yüz yıl
önceden.
Yirmi yıl direnen iki yiğitti, çöllerde.
Dağıstan’da otuz yıl direnen Şamil ile Murat gibi.
……………………
Bugün bir imtihandır, Somali’de, semadan
inen. Hedefe koşan iki kişi okusa, ‘….Dağılmayın, parçalanmayın!’ emrini….
Gelecek günler, umuttur Somali’de.
Fitne MOSSAD’dır, CIA’dır, KGB’dir. Kol
gezer sokaklarda. Birbirine düşürür, Yaradan’ın kardeş kıldığını.
Zeyla Limanı aziz konuklarını bekler.
Bilal’i özler, Bilal yüzlüler. Yokluğa ve kıtlığa inat, kovar zalimi
toprağından. Şimdi evi onarmaktır, vazifesi.
Kanı durduran, kazanır ecri. Sevinir,
evine döner mülteci. Tarihi tersine çevirmektir, vazifesi. Zalimi kovmuş, sıra
haine gelmiştir.
Yakındır, İza Ca’daki müjdesi!
Tarık
Sezai Karatepe