Sınırların Yeniden Çizildiği Bir Döneme Doğru
Dünyada sınırlar yalnızca coğrafi çizgiler
değildir; aynı zamanda siyasal dengelerin, tarihsel kırılmaların ve ideolojik
mücadelelerin izdüşümüdür. Bugün bu sınırlar yeniden yerinden oynamaya başlamış
durumda. Küresel ölçekte art arda yaşanan krizler, fiilî durumlar ve çatışmalı
bölgelerdeki çözümsüzlükler, yeni bir "düzeltme" arayışını gündeme
getiriyor. Ekonomi terminolojisinde kullanılan bu kavram, artık siyasal
coğrafya için de geçerli hale gelmiş durumda: Dünya, büyük bir sınır
güncellemesine hazırlanıyor.
Bu tarz küresel yeniden yapılanmalar genellikle
büyük savaşların ardından gelir. Westphalia (1648), Versailles (1919), Yalta
(1945)… Bu konferanslar yalnızca savaşların değil aynı zamanda siyasi haritaların
da sonuydu. Yeni güç dengeleri, yeni sınırlar ve yeni ittifaklarla dünya
yeniden tanımlanmıştı. Ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana böyle bir
kapsamlı düzenlemeye gidilemedi. Bu da birikmiş çatışmaları zamana yaydı, yerel
krizleri global fay hatlarına dönüştürdü.
Günümüzde; Filistin, Ukrayna, Tayvan, Kıbrıs,
Zengezur Koridoru, Kosova ve daha pek çok noktada sınır meselesi fiilî durumlar
üzerinden tartışılıyor. Uluslararası hukuk ile sahadaki gerçeklik arasında
açılan mesafe büyürken bu gerilim bir noktada büyük bir düzenleme ihtiyacına
dönüşüyor. Trump döneminde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, Golan
Tepeleri meselesi gibi adımlar bu yeni düzenin habercisi olarak okunabilir. Bu
süreçte bazı yorumcuların, özellikle de Mücahit Yılmaz gibi alternatif
perspektifler geliştiren düşünürlerin, bu yönelimi erken fark ettikleri
söylenebilir.
Yeni haritalar çizmek yalnızca diplomatik bir
mesele değil; aynı zamanda güç dengelerini, tarihsel hak iddialarını ve
jeopolitik hedefleri masaya yatırmak anlamına gelir. Bir anlamda, savaş sonrası
düzen kurma mantığı savaş öncesi hazırlıklara dönüşmüş durumda. Sınırlar artık
sadece tanklarla değil; algoritmalarla, diplomatik mühendislikle ve kamuoyu
manipülasyonlarıyla şekilleniyor.
Bu gidişatın en çarpıcı yönü, dünya sisteminin
çatışmalı bölgelerde oluşan fiilî durumu artık görmezden gelememesidir.
Herkesin bir şekilde razı olacağı yeni bir sınır ve egemenlik rejimi
tasarlanmak isteniyor. Belki de daha önce bazı düşünürlerin öngördüğü gibi, bu
parçalı çatışmalar zinciri bir "küresel konferans" ile
taçlandırılacak. Ancak böyle bir düzenlemenin hem adil hem kalıcı olabilmesi,
sadece güç dengesine değil, tarihsel sorumluluğa ve ahlaki meşruiyete de
dayanması gerekir.
Sonuç olarak, haritalar yalnızca coğrafyayı
değil; belleği, kimliği ve hakikati de taşır. Yılmaz’a göre bugün yeniden
çizilmeye hazırlanan bu haritalar sadece devletlerin değil, insanlığın kaderine
de yön verecek niteliktedir. Bu nedenle bu dönemi anlamak için sadece yüzeydeki
gelişmelere değil, derin yapısal kırılmalara ve sessizce şekillenen yeni dünya
düzenine odaklanmak gerekmektedir.