23 Nisan 2025

​Sınırların Yeniden Çizildiği Bir Döneme Doğru

Dünyada sınırlar yalnızca coğrafi çizgiler değildir; aynı zamanda siyasal dengelerin, tarihsel kırılmaların ve ideolojik mücadelelerin izdüşümüdür. Bugün bu sınırlar yeniden yerinden oynamaya başlamış durumda. Küresel ölçekte art arda yaşanan krizler, fiilî durumlar ve çatışmalı bölgelerdeki çözümsüzlükler, yeni bir "düzeltme" arayışını gündeme getiriyor. Ekonomi terminolojisinde kullanılan bu kavram, artık siyasal coğrafya için de geçerli hale gelmiş durumda: Dünya, büyük bir sınır güncellemesine hazırlanıyor.

Bu tarz küresel yeniden yapılanmalar genellikle büyük savaşların ardından gelir. Westphalia (1648), Versailles (1919), Yalta (1945)… Bu konferanslar yalnızca savaşların değil aynı zamanda siyasi haritaların da sonuydu. Yeni güç dengeleri, yeni sınırlar ve yeni ittifaklarla dünya yeniden tanımlanmıştı. Ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana böyle bir kapsamlı düzenlemeye gidilemedi. Bu da birikmiş çatışmaları zamana yaydı, yerel krizleri global fay hatlarına dönüştürdü.

Günümüzde; Filistin, Ukrayna, Tayvan, Kıbrıs, Zengezur Koridoru, Kosova ve daha pek çok noktada sınır meselesi fiilî durumlar üzerinden tartışılıyor. Uluslararası hukuk ile sahadaki gerçeklik arasında açılan mesafe büyürken bu gerilim bir noktada büyük bir düzenleme ihtiyacına dönüşüyor. Trump döneminde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, Golan Tepeleri meselesi gibi adımlar bu yeni düzenin habercisi olarak okunabilir. Bu süreçte bazı yorumcuların, özellikle de Mücahit Yılmaz gibi alternatif perspektifler geliştiren düşünürlerin, bu yönelimi erken fark ettikleri söylenebilir.

Yeni haritalar çizmek yalnızca diplomatik bir mesele değil; aynı zamanda güç dengelerini, tarihsel hak iddialarını ve jeopolitik hedefleri masaya yatırmak anlamına gelir. Bir anlamda, savaş sonrası düzen kurma mantığı savaş öncesi hazırlıklara dönüşmüş durumda. Sınırlar artık sadece tanklarla değil; algoritmalarla, diplomatik mühendislikle ve kamuoyu manipülasyonlarıyla şekilleniyor.

Bu gidişatın en çarpıcı yönü, dünya sisteminin çatışmalı bölgelerde oluşan fiilî durumu artık görmezden gelememesidir. Herkesin bir şekilde razı olacağı yeni bir sınır ve egemenlik rejimi tasarlanmak isteniyor. Belki de daha önce bazı düşünürlerin öngördüğü gibi, bu parçalı çatışmalar zinciri bir "küresel konferans" ile taçlandırılacak. Ancak böyle bir düzenlemenin hem adil hem kalıcı olabilmesi, sadece güç dengesine değil, tarihsel sorumluluğa ve ahlaki meşruiyete de dayanması gerekir.

Sonuç olarak, haritalar yalnızca coğrafyayı değil; belleği, kimliği ve hakikati de taşır. Yılmaz’a göre bugün yeniden çizilmeye hazırlanan bu haritalar sadece devletlerin değil, insanlığın kaderine de yön verecek niteliktedir. Bu nedenle bu dönemi anlamak için sadece yüzeydeki gelişmelere değil, derin yapısal kırılmalara ve sessizce şekillenen yeni dünya düzenine odaklanmak gerekmektedir.