Sevgili Doktor yahut Çehovla Bizim Hikâyemiz
Tiyatro insanın kendi halini kendine
düşündürerek onun kendisini bilme, olgunlaşma, kendisiyle arasındaki mesafeyi
iyi, doğru ve güzelden yana gerçekleştirmek yolunda bir ayna olarak yakîn
sağlamak noktasında manalı bir yerde durur. Kendine dışarıdan bakarak gerçeğini
görmek zordur. İşte o bakış belki de gözlemleyen gözlerin aktardıkları ile
kendi hikayesine bakmakla mümkün olur. Tiyatro üzerine büyük laflar etmek
elbette bu yazının sahibine düşmez. Bunun yerine Anton Çehov’un hikâyelerinden
Neil Simon tarafından uyarlanan Sevgi Sanlı çevirisi ile dilimize aktarılan
metin üzerinden bahsettiğimizi düşünmeye çalışacağız. 8 kısa oyundan oluşan ve
iki perde halinde tasarlanan bu metin farklı insan halleri ve durumları
üzerinden bize bir ayna tutuyor. Hayatta gülmek, ağlamak, utanmak ve isyan
etmek gibi ne kadar duygu ve hal varsa oyun bölümlerindeki tipler o durumları
göstermek üzere eyleme geçiyor gibi. Biz bu eylemlerin ya sahibi ya da maruz
kalanıyız sanki. Burada birbirinden ayrı ve kopuk görünen ama hayat kadar
bizden olan bir bütünlük ve ortaklık söz konusu.
Metindeki
ilk oyun Aksırık başlığını taşıyor.
Bu oyunda olmadığı kişi olmayı düşleyen ya da yükselme arzusu ile davranan bir
karakterin ölümüyle sonuçlanan traji-komik hal görülüyor. Bir aksırık gafı ile
gittiği tiyatroda çalıştığı kurumun bakan olan generalinin başına hapşıran genç
çalışanın halleri hayat içinde hepimizin girdiği kaosları imler gibidir.
Kendisi hatırlamayan bir generali vesvese ile büyüterek sonunda başını belaya
sokan İvan,Derdin ne? Derdin ne? Şu makam koltuğuna yaslanmış soruyorsunuz, derdin
ne? Sizin gibi yüksek tabakanın burnu havada bir bakanı benim gibi bir memur
parçasına sormak lütfunda bulunuyor derdin ne? Şu dünyada eşitlik olmadığını
çok iyi bildiğinizden makamınızda kurum kuruluyorsunuz. Bir bizim gibi hizmet
görenler var, bir de sizin gibi hizmet gördürenler, bir bizim gibi boyun
eğenler bir de sizin gibi boyun eğdirenler, bir bizim gibi el öpenler, birde
sizin gibi el öptürenler. İnsanlık hali bu. Başımıza türlü işler gelir. Bir
küçük düşenler var, birde küçük düşürenler. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi,
kalkmış soruyorsunuz, DERDİN NE? repliği ile sona doğru adam atarken
General ona ilerleyen konuşmada Lanet
herif. Mikrop saçıyorsun durmadan. Burnun önüne düşsün emi? Seni sümüklü böcek
seni! Seni sümsük seni! Sünepe kerata. Ulan, senin burnunu sıksam canın çıkar.
Pis solucan! Salyangoz gibi salya sümük bir şeysin. Ayağımın altına aldığım
gibi ezerim seni. Bit kadar hükmün yok gözüm de. Sen bir hiçsin, bir hiç! diyerek
mukabele eder ve İvan evine gider ve ölür. Bu ilk perdenin ikinci oyunu Mürebbiye başlığını taşır. Burada
çalıştığı yerde ücret istismarına uğramak kurgusu üzerinden kendi hakkını
savunma nasihati alan bir çalışanın hali yine traji komik bir yerden anlatılır.
Hizmetçiye türlü oyunlar ile parasını kesen ev sahibesi arasındaki konuşma JULİA: Sağolun madam. Çok iyisiniz. Çok teşekkür
ederim. (Dizini kırarak selam verip uzaklaşmağa başlar.) BAYAN: Julia! (Julia durup döner) Buraya gel! (Tekrar masaya
yaklaşıp reverans yapar.) Bana niçin teşekkür ettin?JULİA: Para için madam. BAYAN:
Para için mi, ne yaptığımın farkında değil misin kuzum? Düpedüz aldattım
seni... Dolandırdım. Defterimde böyle kayıtlar bulunduğunun aslı astarı yok.
Hepsini kafadan attım. Sana seksen ruble borçluyken sadece on ruble verdim.
Hırsızlık derler benim bu yaptığıma. Bir de kalkmış bana teşekkür ediyorsun...
Niçin? JULİA: Çalıştığım başka
yerlerde bana hiçbir şey vermemişlerdi.BAYAN:
Demek benden de beter kazıklamışlar seni... Sana küçük bir şaka yaptım. Aklını
başına getirmek için acı bir ders vermek istedim. Çok safsın. Herkese fazla
güveniyorsun. Dünyayı anla artık. Bu gidişle harcanır gidersin... Şimdi sana
seksen rublenin tamamını vereceğim. (Ona bir zarf verir) Senin için önceden
hazırlamıştım. Gerisi bu zarfın içinde. Al bakalım. Bu konuşmalar hayatta
yaşanan nice hak gasbını bize yansıtan bizim hikâyemiz değil midir? İnsanın
vicdanı ile cüzdanı arasında kaldığı yerde onu kendinden başka kendisinden
koruyacak ne vardır ki? Kaç iş veren bu vicdan ile çalışanına bakabildi. Yoksa
tam tersi iş bilirlik mi sayılıyor? Bu perdenin üçüncü oyunu Cerrah adını taşır. Dişçi olmaya özenen
ve doktorun olmadığı bir yerde Zangoç’un dişini çekmeye çalışırken büyük
sorunlara yol açan tip öğrencisi Kuryatin’in hikâyesi de olmadığı şey olmaya
yeltenen ve liyakatsızlığı pişkinlile örtmeye çalışan insanın haline bir ayna
gibidir. Metin de bu durum, ZANGOÇ: Bende bir müstakbel hasta. Tanrıya emanet olun. (Gitmek üzere döner.
Sonra inler.) KURYATİN: (Gitmesine
engel olmaya çalışarak) Sizi temin ederim. Doktor unvanını alabilmek için bir
tek imtihanım kaldı. Bir formaliteden ibaret. Kendim doktorum, sadece adım
doktor değil. Yalvarırım bu fırsatı esirgemeyin benden. Lütfen iskemleye
oturunuz, muhterem peder, konuşması ile tespit edilir. Oyunun bu
perdesindeki son oyun Baştan Çıkarma
başlığını taşır. Evli ve güçlü adamların eşlerini baştan çıkarmakla övünen bir
adam olan Piyotr Semyoniç bir manuplasyon ustası olarak eşi üzerinden oyundaki
kadını baştan çıkarır ve fakat oyunun sonunda Piyotr kendisine teslim olan
kadına vicdanıyla yaklaşarak arkasını döner ve oyun yazarın şu sözleri ile
biter: YAZAR: İşi gücü başka
erkeklerin karılarını baştan çıkarmak olan Piyotr Semyoniç, o günden sonra
yalnız bekar kızlar ya da dul kadınlarla ilgilendi… Beklediği kız çıkageldi bir
gün. Bu yıllanmış bekar da dünya evine girdi sonunda. (Yürümeye başlar)
Mutluluğuna hiç diyecek yok ama ara sıra biraz keyfi kaçıyor. Genç yakışıklı
bir subay, genç ve güzel karısını ne kadar çekici bulduğunu söyleyecek olursa. Bu
halde bizim hayatta birbirimize oynadığımız bayağı numaralar karşısındaki
durumumuzu göstermez mi? İnsan ihtirası, aç gözlülüğü, olmadığı şeyler olmaya
yeltenmesi ve hakkı olmayan el uzatmasıyla bizim hikâyemizden bize konuşur bu
ilk perde de. İzleyici komik hallere gülerken kendi karanlık tarafına bakmakta
değil midir?
Oyunun ikinci perdesi Oyunculuk Sınavı adlı oyunla başlar. Bir
oyun için seçmelere gelen aday önceleri kendisine yüz vermeyen seçiciyi Buraya
dört günlük yoldan geldim. Beni bir kerecik olsun dinlemeyecek misiniz? SES: Yavrucuğum, beni zor durumda
bırakıyorsunuz…KIZ: Bana iş
vermeseniz bile, size bir oyundan bir parça okumak beni bütün hayatımca mutlu
eden bir anı olurdu. Cüretimi bağışlayın ama bana kalırsa siz koskoca Rusya da
yaşayan en büyük yazarlardan birisiniz. SES:
Sahi mi? Çok naziksiniz. Belki e size birkaç dakika ayırabiliriz. KIZ: Yazdığınız hemen her şeyi okudum…
Makaleleri, hikâyeleri (Güler) Bir tanesi çok hoşuma gitmişti. Hani (Daha fazla
güler) Hani şey vardı. (Artık kendini tutamaz, çılgınca güler) Aman yarabbim,
her aklıma gelişinde kendimi tutamıyorum. SES:
(O da güler) Sahi mi? Ne tuhaf? Hangi hikâye acaba? KIZ: (Gülmeğe devam ederek) ‘’Bir Devlet Memurunun Ölümü’’ Aman
yarabbim, günlerce gülmüştüm. SES:
“Bir Devlet Memurunun…’’ Hatırlayamadım. Neden söz ediyordu? KIZ: Çerdyakov? Aksırık... Hani
amirinin tepesine hapşıran adam. SES: Aaa, Evet. Bunu gülünç buldunuz
demek. Tuhaf, bence hüzünlü bir şeydi. KIZ:
Hüzünlüydü tabi. Günlerce ağladım. Acıklı bir biçimde gülünçtü, diyerek
zekâsı ile manuple ederek kendi tarafına döndürmeyi başarır. İşte yine biz
karşımızdakine bir dev aynası oldukmu yaptırılmayacak şey yoktur değil mi?
Yeter ki doğru damardan akmayı bilin. İnsanın doğasındaki boşluklardan girmeyi
başardınız mı yürür gidersiniz, bu oyunda kendisini gösteriyor. Bu perdenin
sonundaki replikler hem adayın başardığını gösterir hem de yazar burada sanki
bize Çehov’un yazma sebeplerini yazdıklarından kurguladığı repliklerle
özetleyiverir: KIZ: Maşa söze şöyle
başlar: Şu müziğe kulak verin. Bakın, bizi terk ediyorlar. Bir tanesi büsbütün
aramızdan ayrıldı. Hayatımıza yeniden başlamak için yalnız bırakıldık ama
yaşamak gerek… Yaşamak gerek… İrina şöyle der: Bir gün gelecek, herkes bütün
bunların nedenini bilecek. (Beklediğimizden daha büyük bir duyarlılık ve
şefkatle söylemektedir bu sözleri) Böylesine acı çekmek neden? Bir gün gelecek,
bütün sırlar birer birer çözülecek ama şimdi yaşamalıyız… Çalışmalıyız. Bizi
çalışmak kurtarır ancak. Yarın yapayalnız okula gidip ders vereceğim. Bana
ihtiyacı olanlar adayacağım yaşamımı. Şimdi sonbahar. Az sonra kış bastırıp her
şeyi karla örtecek ve ben çalışacağım, çalışacağım, çalışacağım. Devam edeyim
mi? SES: (Yumuşakça) Lütfen. KIZ: Olga der ki: Bando mızıka ne kadar
canlı, ne kadar yiğitçe çalışıyor. Yaşamak isteği uyandırıyor kişide. Tanrım,
zaman geçecek. Bizler büsbütün silinip gideceğiz. Bizi unutacaklar, yüzlerimiz
unutulacak… Seslerimiz kaç kişi olduğumuz. Ama çektiğimiz acılar bizden sonra
gelenler için neşeye çevrilecek. Mutluluk ve barış gelecek şu yeryüzüne. O
zaman şimdi yaşananları sevgiyle hayırla anacaklar. Sevgili kız kardeşlerim
biraz daha sabretsek, biraz daha zaman geçse, bileceğiz gibi geliyor bana:
neden yaşıyor neden acı çekiyoruz… Keşke bilseydik… Keşke bilebilseydik…
(Durur) Teşekkür ederim, efendim. Sizden istediğim sadece bu kadardı. Beni
mutlu ettiniz… Tanrıda sizi mutlu etsin efendim. (Sahneden uzaklaşır. Sahne
boştur.) SES: Biri çağırsın onu, ta
Odesa’ya kadar yürümesini beklemeden. Acı, kaos, umut ve çalışma Çehov’u ve
aynı zamanda hayatımızı resmetmiyor mu? Bu perdenin ikinci oyunu Boğulan
Adam’dır. Deniz kenarında boğulma taklidi yaparak para kazanan ve yüzme
bilmeyen bir kahramanın trajik hikâyesi onu kurtaracak iş ortağı
Poponiçevski’nin adını hatırlayıp onu çağıramayan müşterinin gafı ile ölüm ile
sonuçlanır. Bu perdenin üçüncü oyunu Biçare Kadın başlığını taşır ki başlık bir
ironidir. Kadın sinir hastası kocasının parasını alakası olmayan bir bankada
almak için türlü yalanlar ve sinir oyunları ile başararak banka müdürünü
delirterek parasını alır ve gider. Burada da rol kapmaya çalışan kız gibi başka
bir manuplasyon ile işçi sınıfından bir kadının kendi çıkarı için nasıl hareket
ettiği görülür. Burada yozlaşan ve fakir kalan kitlenin hayatına da ışık
tutulur gibidir. Oyunun son perdesi Uzlaşma
adlı oyunla sona erer. Bir babanın 18 yaşına gelmiş oğlunu artık büyümesi
gerektiği gerekçesi ile geneleve götürmesi sırasında yaşanan komik olaylar
anlatılır. Sonunda çocuğun girmeyi başaramaması ile ÇOCUK: Bana vermek istediğin bazı bilgiler var mı?
BABA: Ulan kıza bunun için bu kadar
para saydık. Amma da garip sorular soruyorsun. Haydi, git oğlum. Bu gidişle ona
fazla mesai ödeyeceğim. ÇOCUK: Evet
baba gidiyorum. Gidiyorum. (Durur)BABA:
Ne oldu gene? ÇOCUK: Çok tuhaf değil
mi? Şu merdivenlerden inip sokağa çıkınca artık senin küçük Antoşa’n
olmayacağım. Erkek Anton olacağım. Teşekkür ederim baba. Allahaısmarladık.
(Kapıya gider)BABA: Dur (Anton
durur) bekle Antoşa. ÇOCUK: Ne var
baba? BABA: Biliyor musun, ne
düşünüyorum? Güzel bir şemsiye daha uygun sanki. Önümüzdeki yılda erkek olup
adam sırasına geçebilirsin pekâlâ. Gelecek yıla kadar bol bol vakit var. ÇOCUK: Nasıl istersen babacığım, peki
babacığım. (Baba kolunu oğlunun omuzuna atar, geriye dönüp gecenin karanlığına
dalarlar)
Elbette Sevgili Doktorumuz Çehov’dan
başkası değildir ve oyun metininde yazar olarak konuşmaya devam eder. Bize
burada yazarın anlattığı ve oyuncuların gösterdiği hikaye bizim hikayemizdir.
Burada hayatın içinde en yüksek devlet memurundan en alt kademedeki memura, bir
işveren ile çalışanı yani zengin fakır, tıp öğrencisinin zangoçla, bir çapkının
bir kadınla, oyuncunun yazarla, para koparmaya çalışan kadının müdürle, babanın
oğluyla muhtelif iktidarlar arasındaki gerilimler Çehov kahramanları üzerinden
oyunda bize gösterilir. Çehov’un Rusya’ya Neil Simon’un ABD’ye konuşturduğu bu
tipler aslında hayat içerisinden ve her yerde yaşananlara ilişkin bir bütünün
resmi değil midir? Tiyatro sahnesinde işte biz bu yüzden kendi hikâyemizi
izlemez miyiz? Bu bakımdan tiyatroyu
kendimizle aramızdaki mesafeyi anlamanın bir vasıtası kılmak onu modern bir
ayrıcalık faaliyeti olarak konumlandırmaktan çok daha faydalı olacaktır. İnsan
kendi sırrı peşinde anlam arayan bir varlık olarak varoluşunun halleri üzerinde
kendisine ve kendiliğine bakmaya, anlamaya ve yaşamaya dair bir varlık değil
midir? Hayatımıza yeniden başlamak için
yalnız bırakıldık ama yaşamak gerek… Yaşamak gerek… İrina şöyle der: Bir gün
gelecek, herkes bütün bunların nedenini bilecek. (Beklediğimizden daha büyük
bir duyarlılık ve şefkatle söylemektedir bu sözleri) Böylesine acı çekmek
neden? Bir gün gelecek, bütün sırlar birer birer çözülecek ama şimdi
yaşamalıyız… Çalışmalıyız. Bizi çalışmak kurtarır ancak. Yarın yapayalnız okula
gidip ders vereceğim. Bana ihtiyacı olanlar adayacağım yaşamımı. Şimdi
sonbahar. Az sonra kış bastırıp her şeyi karla örtecek ve ben çalışacağım,
çalışacağım, çalışacağım... İnsan kendine dışarıdan bakmak istediğinde
bunun en faydalı yollarından birisi tiyatro ve oradaki aynadan aksedenler
olabilir.
Vesselam