202511 - Vakıf Katılım - Şaşırtan Masraf Rerun (160x600)
202511 - Vakıf Katılım - Şaşırtan Masraf Rerun (160x600)

24 Aralık 2025

​"PADİŞAH KIZINI VERSELER DE ALMAMAK"

Genc-i istiğnâ kadar bir kûşe-i râhat mı var

 Lokma-i hân-ı kanâat gibi bir ni’met mi var 

Fıtnat Hanım

Anonim Türk masallarına ait bir tip olarak Keloğlan’ı bilmeyen yoktur. Prof. Dr. Esma Şimşek’e göre masallarımızda “Düzmece/sahte/yalancıktan Keloğlan” ve “Gerçek/asıl Keloğlan” olarak iki ayrı tip karşımıza çıkmaktadır. “Gerçek/asıl Keloğlan” tipi ise “Olumlu özellikleri ile Keloğlan” ve “Olumsuz özellikleri ile Keloğlan” şeklinde tasnif edilmiştir.[1]

Masallarımız, tamamıyla hayal mahsulü imiş gibi değerlendiriliyor ve rasyonalizmin/realizmin kendi ötesinde kalan her şeyi dışladığı modern çağda, masallara artık hiçbir yer ve gerek olmadığı zannediliyor. Oysa masallar, onları ortaya çıkaran toplumun gerçekleri ve ideallerinin harmanlandığı anlatılardır. Söz gelimi, bir cemiyette güçlülerin zayıfları ezdiği bir vakıadır. Zayıfların güçlülere galebesi ise bir idealdir, diyelim. Zayıf halk katmanlarının güçlüler karşısında mücadelenin yollarını arayıp bulduklarını ve sonunda haksızların bozgunu tattıklarını, bunun imkân dâhilinde olduğunu, halk muhayyilesi, masalları vücuda getirerek koymuştur.

 Kimi masallarda, zayıf toplum kesimlerinden çıkan kahramanın, egemenlere karşı galebesi olağanüstü olarak görülüyor olsa da,  övgüye/takdire layık olanın zulüm değil adalet; zulme rıza değil onun karşısında durmak olduğu temel mesajlardandır. Masalların emzirdiği nesiller, zulmün kınanası bir iş olduğunu çabucak kavrarlar.

Keloğlan ile Cankız” adlı bir Türk Sineması filmi var;1972 yılında yapılmış. Senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı filimde Keloğlan rolünü Rüştü Asyalı oynuyor. Keloğlan masallarından mülhem bu film hemen herkesin malumudur. Köyünde anasıyla beraber yaşayan gariban Keloğlan, ağanın zulmünden kurtulmanın çaresi olarak padişaha damat olmayı görür. Anasını saraya dünür gönderir. Padişah “Söyle oğluna, kırk gün sonra yarış var, gelsin, rakiplerini dize getirsin, alsın kızımı köye götürsün.” der.

 

Keloğlan padişah kızını almayı kafasına koymuştur. Bir ustanın desti himmetine[2] yapışarak yapılacak yarışlara dair öğrenmesi gereken bütün hünerleri öğrenir. Yarışmalar yapılır, hepsini Keloğlan kazanır. Ancak padişah işi yokuşa sürer, yeni müsabakalar ister. Fakat keloğlan onlarda da bütün asaletli/devletli rakiplerinin hakkından gelir.

 

İşin sonunda padişah sözünden cayar ve sevgili kızını Keloğlan’a vermemeye karar verir. Onu bir kese altınla saraydan defeder. Ardından Keloğlan ve cüce arkadaşı kılık değiştirerek padişahı yatağında korkuturlar. Bunun üzerine padişah, kızı ile de konuşarak Keloğlan’ın damatlığına razı olmaya karar verir. Lakin bu sefer de Keloğlan cephesinde mesele farklı bir veçheye bürünmüştür.

 

Kahramanımız Keloğlan, padişahın kararına mukabil, vermiş olduğu altın kesesini önüne atar ve yazımız bağlamındaki şu anahtar cümleleri söyleyiverir: “Padişah kızı almak herhalde zevkli bir iş olmalı. Aman ben ondan da zevkli bir iş keşfettim; padişah kızını verseler de almamak.

 

Filmin birçok sakil yanları var, onlar burada bahis mevzuumuz değil. Ancak Keloğlan’ın yukarıdaki sözleri, masal cümleleri olmanın çok ötesinde bir manaya işaret ediyor. O mana ise dünyanın ayartıcı/baştan çıkarıcı zevkleri karşısında müstağni bir tavır takınabilmektir.

 

Çağımızda başarı fertler için ana gaye, biricik arzu hâlini almıştır. Başarmak ana gaye olunca, ona ermek için bütün vasıtalar meşru addedilmekte ve başarının en kudretli yardımcısı/kılavuzu olan zekâ hesapsızca kutsanmaktadır. 

 

O yüzdendir ki, neredeyse bütün ebeveynlerin biricik muradı zeki ve başarılı çocuklara sahip olmaktır. Eğer biraz dikkatli bakar ve esaslı bir usulle düşünür isek, masallarımızın hayatımızdan çıkışı ile mertlik, yiğitlik, diğerkâmlık, kendi ziyanı pahasına doğruluk gibi daha pek çok hasletin atık elini eteğini toplamış olması arasında doğrudan bir münasebet vardır.  

 

Son cümle çok iddialı” diyenler olabilir. Masallar bir değerler örgüsünün unsurlarındandır, onların hayatımızdan çıkışı, bir parçası oldukları değerlerin de tasfiye olduğu gerçeğine işaret eder ki bu da yukarıdaki cümlemizin hiç de yabana atılır olmadığına delil teşkil eder.

 

Eski dilimizde “gani, istiğna, müstağni” gibi aynı kökten kelimelerimiz vardır. Elbette ki kelimelerimiz, hangi hakikatler evreninde bulunduğumuza dair en güçlü karinelerdendir. Mesela “gani” zengin demektir. “El-Ğaniyy” Allah’ın(cc) doksan dokuz isminden birisidir. Gani, zengin anlamıyla beraber kendisini ihtiyaç içinde hissetmeyen, dünyaya/dünyalığa rağbet etmeyen demektir. Esasında kadim değerlerimiz bakımından zenginliğin tarifi de budur. Cenab-ı Allah’ın ismi olarak da “Gani”hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu” anlamındadır. Gani bu manalarından ötürü gönülle de beraber kullanılır. Gani gönüllü deriz. Gönlü zengin kimse demektir.

 

İstiğna “Elde olana kanâat edip başka bir şeye ihtiyaç duymama, tok gözlülük, gönül tokluğu” demektir. Müstağni de bu haslete sahip olan kimse demektir.  Fıtnat Hanım’ın başlık altında zikrettiğim beytinin manası ise yaklaşık olarak: Tok gözlülük hazinesi kadar rahat bir köşe mi var? / Kanaat hanının lokması gibi bir nimet mi var?” demektir.

 

Bu kelime ve kavramlar halk irfanında, tasavvufi terbiye usullerinde daha derin ve geniş anlamlar kazanmışlardır.  Ancak modernleşme serencamımız neticesinde bunların her he kadar sedası var ise de edası çoktan aramızdan geçip gitmiştir.

 

İçinde yaşadığımız dünyanın/düzenin metaına karşı istiğna sabi olmayan/olamayan kimselerin hiçbir “kötülüğün” yerine “iyiliği”, hiçbir “şerrin” yerine “hayrı” ikame etmesi mümkün değildir.

 

Kimse kimseyi kandırmasın, “padişahın kızına” tav olanlar onun zulmüne de rıza göstereceklerdir.

 

Vesselam!

 

 

 

 

 

 



[1] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/324304

[2] Desti himmet: Himmet eli

 
202511 - Vakıf Katılım - Şaşırtan Masraf Rerun (300x250)
202511 - Vakıf Katılım - Şaşırtan Masraf Rerun (300x250)