Osmanlı Öncesi Rumeli'de Türkler Var mıydı?
Bu
yazıyla Rumeli dediğimiz bugün Balkan Coğrafyası olarak anılan Doğu Avrupa’da
Türkler var mıydı, sorusuna cevapla umumi Türk tarihi bilincimizi takviye ve
tadil etmeyi diliyoruz. Balkanlar ve Türkler denilince çoğunluğun tarih
bilincinde Osmanlı dönemi yer almaktadır. Lakin bu toprakların Osmanlı öncesi,
TRT Avaz’da yayınlanan son derece değerli bir çalışma olan Türklerin Medeniyet İzleri (https://www.youtube.com/watch?v=hYSsZha3Cjg)
belgesinde arkeolojik kazılar sonuçlarıyla da ortaya konulduğu üzere buranın
Osmanlı öncesinde en az bin yıl Türk varlığının beşiği olduğu görülmektedir.
Einhard’ın Şarlman’ın tarihini anlattığı eserde Avarlar’dan Hun diye
bahsedilmesi, Hunların Türk tarihi içindeki başlatıcı rolünün bu coğrafyada da
tarihin bir kavşağında başlatıcı olarak birleşmesinin Osmanlı dönemine kadar
burada yer alan Türk varlığını anlamak bakımından önemli olduğunu düşünüyoruz.
Türkler Osmanlı öncesi de burada toplum, devlet ve şehirleri ile bir medeniyet
varlığı oluşturmuş ve buraya gelen işgalci olmanın ötesinde buraları yurt
tutmuşlardır ki bahsedilen belgesel de bunu çok açık kalıntılardan yola çıkarak
göstermektedir. Yüzlerce yıla sari göçler ve yerleşmeler ile Türkler Osmanlı
öncesinde Balkanları kurdukları medeniyetler ile vatan edinerek burada
yaşamışlardı. Balka savaşlarında kaybedilen vatanın tarihi dolayısıyla çok daha
eskidir.
Balkanlar/Rumeli
ve Türkler denildiğinde şüphesiz ilk akla gelmesi gereken Türk devleti
Hunlardır. Balkan tarihçileri umumiyetle Hunlar’ın Rumeli’ye ulaşmasından ya
hiç söz etmezler veya bu konuda yeterli bilgi vermekten kaçınırlar. Halbuki
Hunlar 4. asırdan itibaren Avrupa’da ve bölgede görülmektedirler ve gelişleri
sonradan Balkanlar’ın büyük bir kısmına hâkim olan Slavlar’dan daha önemlidir.
Bu süreçte Hunlar’ın büyük bir kısmının bugünkü Macaristan ve Kuzey
Balkanlar’da iskan oldukları malumdur. “Avrupa
Hunlarının batıya göçleri, Asya Hunlarının Orta-Asya’da hâkimiyetlerini
kaybetmelerinden sonra vuku bulmuştur. Batıya doğru göç eden Hunlar hakkında
yaklaşık 170 yılından Alania’nın fethine kadar (355-365 yılları) olan zamanda
gerek batı gerekse doğu kaynaklarında hiçbir bilgiye
rastlanamamıştır. Orta Asya’da hâkimiyetlerini tamamen kaybeden ve etrafa
dağılan Hun kitlelerinin bir kısmı Kazakistan bozkırlarında uzun süre kalıp
nüfus ve askerî bakımdan güçlendikten sonra batıya doğru yöneldiler. Ardından
360’lı yıllarda Başbuğ Balamir idaresinde İtil Nehri’ni geçerek İtil, Don ve
Kafkasya arasındaki sahada yaşayan Alanları mağlup edip hâkimiyet altına
aldılar ve 370’li yıllarda ilk defa Avrupa önlerinde görüldüler. (Ali
Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hunları, https://turkdunyasiansiklopedisi.gov.tr/detay/7374/Avrupa-Hun-%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu-) Romalıların ilk korkulu rüyası Hunlar olacaktı. Bu durum
Osmanlı Türkleri Fatih Sultan Mehmet döneminde Doğu Roma’yı yıkana kadar da
devam edecektir.
Rumeli’nde Türk
varlığından bahsettiğimizde ikinci büyük medeniyet ve siyaset varlığını Avarlar
temsil etmişlerdi. Avar’lar, Avrupa tarihinde Hun’lardan sonra büyük ölçüde
etkili olan ikinci Türk kavmidir. Gerç Avar’lar, Attila gibi büyük liderleri
olmamasına rağmen, Avrupa’nın ortasını ve doğusunu sarsmış ve etnografik
yapısını değiştirmişlerdir. Yaklaşık 558-805 yılları arasında siyâsî
varlıklarını yaşatmış olmalarıyla birlikte, kültürel etkileri yıkılışlarından
sonra da asırlarca devam etmiştir. “Bizanslı tarihçi Simocatta’nın belirttiğine göre, Doğu
Avrupa halklarının büyük bölümünü hâkimiyeti altına alan Avarlar Uar ve
Hunların takma adını taşıyorlar ve kudretli birAsya halkı olarak kabul
ediliyorlardı. Konuşulanlar içinde eleştirilere mukavemet edemeyen şey bu
halkın kendisini daha sonraları Avar olarak adlandırdığı ve böyle
kaldıklarıdır. Avar öncüleri Avrupa’da 558 yılında ortaya çıkmıştır. Avarlar,
Bizans İmparatoru’nun imparatorluk topraklarına yerleşmek konusundaki vaatleri
üzerine Alan hükümdarı Sarosiya’ya hücum ettiler. Çok geçmeden Kandik adlı
birinin başkanlığındaki Avar elçilik heyeti Konstantinopol’e geldi. Avarların
Bizans başkentine gelişleri oldukça ilginç karşılandı. Erkeklerinin saçı renkli
kurdeleler ile bağlıydı, giyimleri göçebeliği karakterize ediyordu. (István ERDÉLYİ, Avarlar, Ter. Kürşat Yıldırım, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/406959,
s.338)
Frank ülkesinin yükselişi ve başlarına 768’de Büyük Karl’ın gelişi ile yavaş
yavaş sayılan Avrupa halklarının çoğu onun etkisi altına girdi. Saksları ve
bazı Slav kabilelerini bastırdılar. Nüfusu hızlı bir Hıristiyanlaştırma
sürecine soktular. Avarlar, Franklar için en tehlikeli düşmanlardı. Bu yüzden
başlarda onlarla iyi geçinmeye çalıştılar. Bu yönde elçileri gönderip aldılar:
780 yılında Vorms’a Avar elçileri geldi, sonra Frankların elçileri kaganlığa
yerleşti. Çok geçmeden 788’de Bavar prensi Tassilo Avarlar ile Franklara karşı
ittifak kurmayı başardı. Erdeli, s. 345) Avarlar Balkanlar ve Avrupa tarihinde
izler bırakarak Şarlman döneminde varlıklarının 9. Asır başlarında
yitirmişlerdir.
Balkanlarda
Türk varlığı denildiğinde şüphesiz en önemli duraklardan birisi Bulgarlardır.
7. yüzyılda Türk asıllı Bulgar kabileleri hükümdarları Asparuh’un kumandasında
Tuna’yı geçerek Batı Karadeniz ile Tuna nehri arasındaki bölgeye yerleşen
Slavlar’ı hâkimiyetleri altına almışlardır. Hazarlar’ın baskıları üzerine
Kutrigur Bulgarları Kuvrat Han’ın küçük oğlu Esperih idaresinde Dobruca taraflarına
göç ettiler. Müslümanların İstanbul’u kuşatmalarından (674-678) faydalanarak
Bizanslılar’ı mağlûp ettiler ve Bizans’ı anlaşmaya mecbur bıraktılar (681).
Böylece Tuna Bulgarları Balkanlar’da ve Orta Avrupa’da önemli bir siyasî varlık
haline geldi. Fakat bunlar, tarihte çok ender görülen bir biçimde
hâkimiyetin verdiği maddî menfaatleri koruyabilmek için benlik ve kimliklerini
feda ederek Slavlaşmışlar’dır. (Bkz. Kemal Karpat, Balkanlar, DİA, Nuri
Yüce, Bulgar, DİA) Bulgarların o dönem şartlarında Hıristiyanlaşarak
Slavlaşması bugünkü mevcut durumun oluşmasının önünü açacaktır.
Bulgarlar’ın
Balkanlar’a gelişinden daha sonra 11. ve 12. yüzyıllarda Peçenek, Kuman
(Kıpçak) ve Uz Türkleri Balkanlar’a göç etmişler ve bunların bir kısmı 15.
yüzyıla kadar toplu olarak varlıklarını korumuşlardır. O dönemde Kumanlar’la
ticaret yapan Avrupalılar için 2500 kadar kelimeyi içine alan bir Kumanca
lugatın (Codex Cumanicus) hazırlanmış
olduğu bilinmektedir. Osmanlı akıncıları Rumeli (Roma Ülkesinin) şafağında
görüldüklerinde Türkler burada binlerce yıl geçirmiş idiler. Şimdi sıra
Oğuzların bu toprakları şenlendirmesine gelmişti. Bu bakımdan Balkanlar ve
Türklerin son perdesinde Oğuzlardan bahsetmek yanlış olmayacaktır. 20. Yüzyılın
başında siyaset ve güç dengeleri değişince buradaki siyasi varlığımız nihayete
erse de tüm soykırım ve katliamlara rağmen Rumeli’de Türkler sosyal ve kültürel
olarak varlıklarını sürdürmeye devam ettiler ki, biz bu varlığın içine Müslüman
Boşnak ve Arnavutlar gibi tarihi, din ve medneiyet kardeşlerimizi de katıyoruz,
bugün Üsküp ve Kosova’da varlığını bildiğimiz Türk tiyatroları gibi faaliyetler
Türkçe ve Türklerin binlerce yıllık varlığının sahip ve mirasçıları için başka
bir önem taşımıyor mu? Tiyatro gibi modern görünen bir konuyla
ideolojikletirmeden milli varlığın korunmasını başka coğrafyalar için de
düşünmek gerekli değil midir? Türk İşbirliği Teşkilatı bu konuya da eğilmeli ve
olan destek artmalıdır. Türklerin 4. Asırdan 20 asra kadar süren Balkanlardaki
varlığı bugün de her türlü olumsuz etkiye rağmen kültür coğrafyamızın başka
yerlerinde olduğu gibi Türkistanlıların hayat mücadelesinde ve medeniyetçi
aklın rehberliğinde devam etmektedir.