Milliyetçiliğin Radikal Irkçılığa Dönmesi Yahut Etnik Narsizm
İnsanın kendini bilinmesinin modern
tarifi olan milliyetçilik kavramı medeniyetçi bir perspektiften değer yargıları
üreten bir düzeye çıktığında insanlık adına anlam üretmeye başlar. İnsanın
bilgelik mükellefiyeti de tam burada medeniyetçi milliyetçi zaviyede ortaya
çıkar. Kendisini insanlık için iyilik ve fayda üretecek bir çerçeveye koyarak
oradan hayata ve insana bakmak önemli bir olgunlaşma aşaması olacaktır. Bu
bakımdan insanın kendilik bilinci ve kendözünde yer alacak olan insanlık
perspektifi beşikten mezara kadar önem taşır. Modern zamanlar insanı biyolojik
algılaması içinde ona biçtiği değer milliyetçilik kavramına yüklediği manayı da
etkiledi. Pozitivist bakış açısı seküler kavramları ile insanı insanın kardeşi
değil kurdu olarak imledi. Bu anlayış içinde de artık insan kendini bilirken
ruhunu ve değer yargılarını ırk olarak pozitif yerden okumaya başladı. Allah’ın
buyurduğu “sizi erkek ve kadından yarattık, kabile ve milletlere ayırdık
tanışasınız diye”, anlayışı güçlü olan gerçek insandır, gerileri insanımsıya
döndü. Konu tamamen farklı bir yerden anlaşılmaya başlayınca millet tanımı da
bu arada farklı yerlere savruldu. Böylece emperyalist çerçeveler içinde
insanlık milliyetçiliği ırklar savaşına taşırken, sol tandaslı bakış açıları bu
anlayışı faşizm ve ırkçılıkla birleştirince konu iyice karışıklaştı. Böylece
insanın dilleri, renkleri ve kültürü ile oluşturduğu insanlık içinde millet ve
milliyet kavramları ırkçı anlaşılır bir hale dönüştü. Bu bakışa bir de din
anlayışı ile milleti ırkçılık sayan ve millet gerçeğine arkasını dönerek ümmet
birliği dışında kültürel anlamlara değer vermeyen yaklaşımlar da eklenince
mesele iyice yolundan uzaklaştı. Hümanizm kavramı öyle yere gitti ki insan
kendini kimliksiz bir heyüla içinde amorf bir yaratık olarak insanlık kardeşi
görme gibi belirsiz muğlak bir yere savruldu.
Modern zamanlarda milliyetçilikler
milli devletlerle birlikte yükselirken ne yazık ki modern dünyanın yüklediği
anlam çok yerde radikal ırkçılığa dönen facialara yol açtı. 1980’lerde Bosna’da
yaşananlar milliyetçiliğin nasıl radikal ırkçılığa döndüğünün en güzel
örneklerinden biri oldu. Sırpların kendi milli varlıklarını varoluşun
farklılığına değil de bir ötekinin varlığı ve düşmanlığına dayayınca konu
ırkçılığa dönüştü. Boşnaklar tarihi süreçte onların ötekisi idi ve ellerine
geçen güç ile birlikte Boşnakları hunharca yok etmeye yöneldiler. Dini
anlayışları, milli bakışlar ve güncel gerekçeleri ile insanlık suçları işleyen
Sırplar tarihte gelecek kuşaklarına rezil bir utanç bıraktılar. Bütün bunlar
yaşanırken Bosna’da olanlara dünyanın kulak asmaması da bahsedilen anlayışın
sonucu idi. Ötekisi olanı öldürmek onun hakkı idi ve şiddet orada doğru amaca
hizmet ediyor, kutsal olanı gerçekleştiriyordu. Irkçılığın en fena maskesi
dindarlıktır. Din gerekçeli ırkçılıklar Tanrı adına cinayetler işler ve asla bu
konuda vicdan çalıştırmaz. Zira Tanrının vaadi ve isteği oluyordur. İşte
Gazze’de yaşanan Siyonist ırkçılık bunun son örneğini oluşturdu. Teorik olarak
bakarsanız siyonistler Tanrı’nın istediğini yerine getiren, onun vaadi ve
emriyle hareket eden bir güç olarak kendilerini tanımlıyorlar. Bu sebeple de
ölen bebek, çocuk, genç, kadın ve erkek ölümleri önemsiz idi. Bütün bu bakışlar
milli ve dini nazardan kendi milliyetçiliklerini radikal ırkçılığa çevirmişler
ve insanlık değerlerinden soyunmuşlardır. Kıbrıs’ta 74 harekâtı öncesi
yaşananlar da farklı değildi. Bunun benzerleri Afrika’da onlarca kere yaşandı.
İnsanlık kendinde uzağa düştükçe ırkçılık hortladı. Siyahilere uygulanan
ayrımcılık modern zamanlar Amerikasının gerçek yüzüdür. Milliyetçilik kavramı
artık absürt ve grotesk imgelerle çalışan bir canavar oldu. İnsanın kendini bilmesi olgusu yerini insanın
kendisini yok etmesi aldı.
Irkçılığın şüphesiz yanı başında
yürüyen konulardan biri etnik narsisizmdir. Bu bir toplumun amasız ve fakatsız
kendini mağdur ve kurban görerek diğerine karşı kendini merkeze alarak yok
sayma duygusu söz konusu olmasıdır. Irkçılık personası taşıyan etnik
narsisizmlere bakarsanız asla iletişime açık değildir ve sürekli mağdur ve
kurban söylemi üretir. Karşıda üretilen ve çerçevelenen bir zalim güç vardır ve
onun toplumu buna karşı sürekli etnik komplekslerle üretilen mitlerin
gölgesinde özgürlük, barış ve demokrasi şarkıları söylenir durur. Bunlar
kendilerine dini, etnik ve ideolojik maskeler de bulurlar elbette. Bir kültürün
savunusu gibi dile getirilen etnik narsisizm bir varoluş mücadelesi değil
düşman üretmekten başka bir işe yaramayan şiddet ve ego üreterek çıkar
sağlamaya çalışan bir manzara gösterir. Her gördüğüne düşman diyen bu çerçeve
ötekiyle asla empatik olamaz çünkü kibir ve kurbanlık duygusu onu içinden
çıkılmaz bir yere sokmuştur. Elindeki silaha bakmadan ötekine demokrasi ve
barış dersi vermeye kalkar. Gerekçesi ise kendince üretilmiş ve düzenlenmiş
tarihi, sosyal ve güncel gerekçelerdir. Hülasa insanlık milliyetçiliğini
medeniyetçileştirmedikçe bu yaşananlar her yerde olmaya devam edecektir. Bu
bakımdan oturup varlığın bizi milletler halinde yaratmasının sebebini yeniden
düşünmeye başlamak gerekir diye düşünüyoruz.
Hak İçin Olsun
Vesselam

