Medeniyetçi Akıl İle Kendimize ve Orta Doğu'ya Okuntu
İran’ın
İsrail saldırısına uğranması bölgemizdeki ideolojik ve teolojik söylem bazlı
medeniyet yapılanmalarını düşündürürken medeniyetçi demokrasi ve milliyetçilik
kavramlarını yeniden ve bizim gerçeklerimiz üzerinden düşünme zaruretini de söz
konusu kıldı. Modern kavramlara organik içerikler üretemeyen zamane Orta
Doğuluları medeniyet yerine muğalata ürettiler. Bizden adam olmaz batağından
değilim. Bizden olabilecekleri yok eden bu zihniyetin bölgemizi nasıl bir
medeniyetsizliğe mahkûm ettiğini görürken; din, dil, etnik gerçekler, mezhep
olguları falan filanların ötesinde medeniyetçi gündemlerin devlet millet
hayatında önceliği alması için daha ne kadar dibe vurmamız gerekecek meçhul! Bu
medeniyetçi lafı çok abartılı yahut yine mi bir şeyci olacağız gibi fikirleri
doğurabilir ki haklılık payı vardır. Burada kast edilen medeniyetin üç ayağı
toplum-devlet-şehir yapısının alt ve üst yapılarının tadil ve tahkim
edilmesidir. Devletin milletle bu manada karşılıklı görev ve ödevlerinin
organik bir bütünlük içinde paylaşması gereklidir. Coğrafyamızda genellikle
yönetimde zengin elitler ve yönetilen fakir halklar düzleminde bir hal
görülmektedir. Ve ne hikmetse batı karşıtı bu elitler batının en büyük bayisi
durumunu ihraz etmekten hiç teeddüb ve taaccüb etmeden varlıklarını
sürdürürler. Medeniyetle alakalı temel mekanizmalar ise hep mefluç ve devre
dışıdır. Bugün Orta Doğu adı verilen distopik, bir İslam groteski sergileyen
bölgenin yerlileri için öncelikli gündem medeniyetçi zihniyetle yeniden kendini
düşünmek olmalıdır. Medeniyetten kastın sadece bir sonuç ve hâsıla olan
teknoloji olmadıysa aşikârdır. İsrail uçakları Irak ve Suudi Arabistan üzerinde
yakıt ikmali yapıp saldırabiliyor ve zayiat vermeden dönebiliyorlarsa Müslüman
denizinde rahat gemi yüzdüren bu korsanların konforlu bir dünyası var demektir.
Bu bakımdan medeniyetçi demokrasi ve milliyetçilik meselesi bizim müştereğimiz
ve üzerinde birleştiğimiz stratejik hedefimiz olmalıdır. Necisin, kimsin,
kimlerdensin, inancın nedir sorularının üstünde medeniyetçiyim; yani barış,
güvenlik, refah, adalet ve hürriyet gibi kavramlarının hayatta yürüdüğü bir
dünyayı istiyorum demek zamanı gelmedi mi? Burada bir medeniyetçilik
enternasyolanizminden/kimliksizliğinden bahsetmiyoruz. Bir metodolojik
zihniyetin okuntusunu yani çağrısını naçizane tarih üzerinden hatırlatmak
istiyoruz. Kimliksiz toplumlar medeniyet sahibi olamazlar.
Peki,
bunun sağlayacak medeniyet toplumu ve devleti nasıl şekillenecek ve konumu
nasıl olacak ki bu manada bir yapı oluşabilsin. Bunun kaynağı, çerçevesi ne
olacak? Nereden alacağız! Kimden devşireceğiz; hangi dilden tercüme etsek ki!
Buna cevap üretme noktasında güncel karmaşayı arkada bırakıp Yusuf Has Hacib’in
devlet ve milletin birbirine karşı görevlerini sıraladığı o yeri medeniyetçi
bir kafa ile okumak lazımdır yani önce bir kendimize dönüp sandığı açacağız
oradakileri günün gerçekleri ile yeniden sorunlarımızı çözmek ve hayatımıza
mana taşımak için yola koyacağız:
Tebeanın senin üzerinde üç hakkı
vardır; bu hakları öde ve onları zorluğa düşürme:
Bunlardan biri memleketinde gümüş
temiz kalsın, onun ayarını koru, ey bilgili insan.
İkincisi halkı adil kanunlar ile
idare et; birinin diğerine tahakküme kalkışmasına meydan verme, onları koru.
Üçüncüsü bütün yolları emin tut; yol
kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır.
Böylece tebea hakkını ödedikten
sonra, sen de onlardan kendi hakkını isteyebilirsin, ey cömert hükümdar.
Tebea üzerinde senin üç hakkın
vardır; bunu onlardan istemelisin, iyice dinle.
Biri halk senin emirlerine hürmet
etmeli ve bu emir ne olursa-olsun, onu derhal yerine getirmelidir.
İkincisi hazine hakkını gözetmeli ve
bunu vaktinde ödemelidirler, ey eli açık insan. '
Üçüncüsü
senin dostuna dost ve düşmanına düşman olmalıdır.
Burada görüleceği üzere ekonomi,
hukuk ve güvenlik başlıkları devletin görevi olarak öne çıkmaktadır. Paranın
değerinin korunması, açı doyurup çıplağı giydirmek olarak vecize haline gelen
devlet hali açısından coğrafyamızdaki fakirlik ve cehalete bakarsak tarihi
referanslarımızın gerisinde olduğumuz çok açıktır. Zira ekonomiler farklı
saiklerle kara deliklere dönüşünce o ülkede fakirlik hâsıl olup eğitim, sağlık,
kültür, teknoloji, sanat gibi alanlar yozlaşmaya maruz kalmaktadır. Gümüş temiz
kalsın derken Yusuf atamın bu çağrısı bakımından bölgemiz ve medeniyet
coğrafyamız dünya genelinde ne durumdadır ve bu neden böyledir? İşte
medeniyetçi demokrasi ve milliyetçilik tam da buna kafa yorar. İnsan merkezli
ve onun için düşünen her medeniyetçi kafa bizdenci, sizdenci, şucu bucu
bataklığı ötesinde vicdani yerden ekonominin halini düşünür. Ayarı bozulan
medeniyetimiz hala düzen tutmadıysa bunun sebebi kimsede değil hali hazırda
nefes alan bizlerdedir. Beytülmallerin han-ı yağma olduğu yerde ancak sefalet
ve rezalet çıkar.
İkincisi hukuk meselesidir. Adil
kanun kavramı göğün direği olarak Kutadgu Bilig’de çok öne çıkar. Bugün Orta
Doğu denilen distopya ahalisi ve devletleri bu bakımdan iktidarcı olmayan
medeniyetçi bir kafa ile gerçeklere baktığında Arap Baharı günlerinde de
görüldüğü üzere tarihin en karamsar durumunda olduğunu göremiyorsa söze gerek
yoktur. Bunun partiler, siyasiler, güç odakları, dünyayı yöneten şirketlerle
alakası yoktur. Bir toplum ve bireylerinin kendisine ve birbirine bakışı devlet
kodları olarak nasıllarsa öyledir işte. Olduğumuz gibi yönetiliriz. Medeniyetçi
demokrasi ve milliyetçilik hukuk meselesini adalet zaviyesinde ve adil bir kafa
ile okur. Ekonomiyi de manalı yere taşıyacak olan tahakküm zihniyetinin yerine
oluşacak olan düzenin adil kanunları ile kendine samimi bir ortamın oluşmasıdır.
Bunlar hayal değil bu sözler 11. asırda söylendi. Ben kafadan uydurmuyorum.
Tarihine bağlı! olduğunu iddia eden herkesi medeniyet meselesinde önünde
durmaktadır. İstisnalar, bahaneler, amalar ve fakatlar olmadan düzenin oluşması
bu tahakkümlerin ortadan kalktığı ve insanlık için de anlamlı olacak bir modeli
kültürümüzden çıkarmak ödevi 21. Asır Türklerinin ve milletimizin sırtındadır.
Kendimize her ihanetimiz hakikatle ve medneiyetle aramıza biraz daha mesafe
koyuyor. Kral Übüler heryerde…
Nihayet güvenlik meselesi. Yollar
bugün bu coğrafyada emin midir? Güvenlik kim ve ne içindir? Devlet ekonomiyi ve
hukuku tahkim edip yolları güvenli tutmakla mükellef ve hepimizin adına var
olan bir formdur. Kutlu bir kurumdur ama kutunu milletin ruhundan ve Tanrının
izninden alır. Her halükarda içeride ve dışarıda güvenliği sağlama, dış
politika üretme devletin toplum için refah, hürriyet ve güvenlik üretme amaçlı
faaliyetidir, öyle olmalıdır. İnsanın güvenlikte olmadığı yerde yabancılaşarak
nereye sapacağı meçhuldür. Kutadgu Bilig bugün de modern devlet açısından ana
eksen olan bu üç meseleyi kendi lisanınca anlatır. Ekonomi, hukuk ve güvenlik
açısından bölgemiz kürede ne durumdadır? Bu meselelerde makul bir yere varmak
gayesi medeniyetçi aklın esas meselesidir.
Yusuf Has
Hacib bunları derken sen bunları yaparsan ey devlet halktan da şunları
bekleyebilirsin diyerek; halkın da ekonomiyi sürdürecek vecibelerini yerine
getirmesini yani vergi gibi konularda görevini yapmasını, devlet otoritesini
bağlılığı ve güvenlik konusunda devlet ile sadakatle ve ciddiyetle durmasını
görev olarak halka yükler. Böylece birbirinin bedeni ve ruhu olan bu ikilinin
işlevlerini müşterek bir yapıda birleştirir.
Medeniyetçi
akıl işte toplum-devlet ilişkilerini buradan görür. Devletin görevleri ve
milletin ödevleri birleşir. Orta Doğu distopyasında bugün yaşanan yozlaşma ve
yabancılaşma tüm dengeleri bozmuştur. Mevzi çıkarlar utanmazca her şeyin üstüne
konmuştur. Tarih neticede tercihlerimizle yaşadığımız fani ömürlerde bize
verilene dair nasılsa öyleyiz bıraktığımız bir süreçtir. Kendimizi medeniyetçi
bir kafa ile düşünerek devlet-millet alakalarını bir zemine oturtmadıkça
coğrafyamızdaki zillet hali bitmeyecek görünüyor.
Hak İçin Olsun
Vesselam