Küskünüm (2)
“Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez
afakım!
Teselliden nasibim yok, hazan ağlar
baharımda;
Bugün bir hanümansız serseriyim öz
diyarımda!”
Yüzyıllardır
yurdumun ufuklarında bir ağartı yok, olumlu bir gelişme yok, beni
üzüntülerimden uzaklaştıracak, avutacak bir olay yok; güzel günlerim olması
gerekirken, ümitle beklerken tam tersi yıkılış ve yoklukla karşılaştım! Baharda
yeşillenmesi gereken bağlarım bir türlü yeşermedi yani bir türlü güzel ve
neşeli, sevinçli günler yaşamadım. En üzücüsü de kendi öz yurdumda evsiz,
barksız bir başıboş olarak ortalıkta dolaşıyorum.”
Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî’lerin Fâtih’lerin yurdu.
Bir doğu evladı olarak ata toprağını baştan başa batı
devletlerine çiğnetmem büyük bir felakettir, zarardır. Buna karşılık
verememekle de vefasız, korkak bir evlat olup çıktım! Bu durumumuzun üzücü olan
bir başka yönü de Kudüs fatihi Selahaddin-i Eyyubi ve Doğu Roma (Bizans)
İmparatorluğu’na son vererek başkenti İstanbul’u alan II. Mehmet’in yurdunu
düşünüp aklımdan ve hayalimden geçirince düşüncelerim alt üst oldu, dünyam
karardı. Neydik, ne duruma geldik!
Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyni’nde Osman’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in mezarının yanı başında
kilise çanının çalınması ve her tarafta ezanların susması; Allah adının
anılması demek olan ezan sesinin artık uzaydan duyulmaması katlanılamaz büyük
bir alçaklıktır....
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzî serâb olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın;
Şenâ’atlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın!
En yüce bir geçmişin uçup gitmesi, yerinde yellerin esmesi, bir
anda yok olması; sahip olduğumuz o boyun eğdirici güçlerimiz, o güçlü
duruşumuzun yıkılması ve yerle bir olması; Yıldırım Han’ın camisinden sadece
çökük bir kubbenin kalması, Orhan’ın mezarınınkötülüklerle, iğrenç bir
biçimde çiğnenmesi acı veren bir ayrılıktır.
***
Şair tarafından bundan sonra anlatılacaklar; günümüzü
betimlemektedir. Müslümanların bugün içinde bulunduğu durum; bu anlatılanlardan
farksızdır. Demek ki tarih, benzer olayların yıllar sonra tekrar etmesinden
oluşuyormuş Akif Dede! Oysa sen; başımızdan geçenlerden ders alınsa benzer
olaylar tekrar etmez demiştin. Demekki ders alınmamış!
Ne haybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!
Din birliğinin yıkılıp Müslümanların düz beton üzerine serpilmiş
nohut taneleri gibi dağınık olması; milyonlarca din kardeşlerimizin sığınacağı
bir yuvalarının/dayanaklarının yok olması; içinden çıkılmaz bir hayal kırıklığı
ve ümitsizlik getirir. Bugün tam da böyle bir durumdayız: İşte Filistin, işte
Gazze, işte Hindistan, işte Miyanmar (Çin)
Yıkılmış hânümanlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey Bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Evler, binalar yıkılırsa, taş taş üstüne bırakılmazsa,
darmadağın edilirse, yerlerde işkenceyle, acıyla kıvranırsa; yere serilmiş
gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğranırsa; (Filistin, Gazze, Hindistan, Miyanmar, Alaska’daki gibi) Müslüman
olmayanların girmesi uygun olmayan yerlere; Müslüman olmayanların girebilmesi
ve rahatlarına düşkün Müslümanların rahatlarını bozmak istemeyip bu duruma ses
çıkarmaması ya da ses çıkarmak isteyenlerin güçlerinin yetmemesi günümüz
Müslümanlarının yas tutması için yeterli nedendir. (Yıl 1921-Ankara)
Ne dersiniz? 1921 de şair bugünkü durumumuzu nasıl da
betimleyerek anlatmış...