İsrail'in Çıkarlarında Başlayıp Orada Biten İnsan Hakları
İnsan hakları kavramı modern uluslararası
sistemin en temel ilkelerinden biri olarak sunulmaktadır. Evrensel değerler,
eşitlik, adalet ve insan onuru gibi ilkeler üzerine kurulu olduğu iddia edilen
bu yapı 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile kurumsal bir kimlik
kazanmıştır. Ancak, 21. yüzyılın ilk çeyreği sona ererken yaşanan krizler,
savaşlar ve katliamlar, bu idealin çoğu zaman yalnızca retorik bir süs olduğunu
ortaya koymuştur. Gazze’de yaşanan insani trajedi, insan haklarının coğrafi, etnik
ve politik çıkarlar temelinde nasıl sınırlandırıldığını tüm açıklığıyla gözler
önüne sermektedir.
İsrail İstisnacılığı
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İnsan Hakları
Konseyi, Uluslararası Adalet Divanı gibi kurumlar özellikle Batı dışı dünyada
yaşanan hak ihlallerinde aktifleşirken, İsrail’in sistematik ihlalleri
karşısında ya sessiz kalmakta ya da sembolik tepkilerle yetinmektedir. Son
İsrail soykırımında on binlerce Filistinlinin hayatını kaybettiği ve
yaralandığı BM raporlarına yansımıştır. Bu veriler savaş suçlarının ve
insanlığa karşı suçların eşi benzeri görülmemiş bir düzeye ulaştığını ortaya
koysa da İsrail’e yaptırım uygulanmamış, uluslararası aktörler yalnızca
"endişe" bildirmiştir. Bu durum insan haklarının bir "istisnalar
sistemi" içinde çalıştığını; İsrail’in bu sistemin istisnası olarak
ayrıcalıklı bir hukuk zırhına sahip olduğunu göstermektedir.
Medya ve Algı Yönetimi
İnsan hakları kavramı yalnızca hukuki metinlerle
değil medya yoluyla şekillenen toplumsal algılarla da inşa edilir. Batı
merkezli medya aygıtları Gazze’de yaşanan soykırımın görsel ve dilsel temsilini
manipüle ederek izleyiciyi edilgen bir konuma indirger. BBC, CNN, Reuters gibi
medya devleri “çatışma”, “karmaşa”, “trajedi” gibi failden arındırılmış
ifadelerle İsrail’in eylemlerini sıradanlaştırırken Filistin direnişini ise
“terör”, “militanlık” gibi kriminal söylemlerle kodlamaktadır. 2024'te yapılan
bir araştırmada İngiliz basınında Gazze ile ilgili 1000 haber incelendiğinde,
yalnızca %6'sında İsrail açık fail olarak tanımlanmış, %72’sinde ise
"çatışma", "saldırı", "karşılıklı ateş" gibi
tarafsızlaştırıcı ifadeler tercih edilmiştir. Bu dil mühendisliği, insan
haklarının kimin için geçerli kimin için askıya alınabilir olduğunu belirleyen
hegemonik bir propaganda aygıtı olarak çalışmaktadır.
Siyasal Realizm
Uluslararası ilişkiler teorisinde realizm
devletlerin kendi ulusal çıkarlarını her şeyin üstünde tuttuğunu savunur. Bu
bakış açısına göre, insan hakları ancak stratejik çıkarlarla çakıştığı sürece
savunulmaya değerdir. Nitekim İsrail, Batı için yalnızca bir “müttefik” değil;
Ortadoğu’daki nüfuzun taşıyıcı sütunudur. ABD her yıl İsrail’e milyarlarca
dolar doğrudan askeri yardım sağlamaya devam ederken buna ek olarak yine
herhangi bir sınırlama olmaksızın en ağır silahların satışına da müsaade
etmektedir. Avrupa Birliği ise 2024 yılında İsrail ile toplam 46 milyar
dolarlık ticaret hacmini korumuş ve askeri alanda yeni teknoloji işbirlikleri
başlatmıştır. Bu veriler, insan haklarının değil jeopolitik hesapların ve
endüstriyel askeri kompleksin belirleyici olduğu bir sistemin işleyişine işaret
etmektedir.
Batı Medeniyetinin Çifte Standardı
Postkolonyal düşünürler Batı’nın kendini
“medeniyetin taşıyıcısı” olarak sunarken ötekileştirdiği halkları “kurtarılması
gereken barbarlar” olarak konumlandırdığını belirtir. Bugün Filistinlilere
yönelik yapılan “insanlaştırmama” pratiği bu bakış açısının güncel bir
tezahürüdür. Edward Said’in “oryantalizm” kavramsallaştırması burada hayati
önemdedir: İsrail’in Gazze halkını topyekûn hedef alırken kullandığı söylemler,
onları potansiyel tehdit, doğuştan radikal ve irrasyonel olarak tanımlar. Bu
durum, insan haklarının evrensel değil, Batı merkezli bir değerler sistemi
olduğunu; insanlık onurunun ancak “Batı’nın çıkarlarına uyumlu olduğu sürece”
korunabileceğini gösterir. 21. yüzyılın evrensel insan hakları söylemi,
sömürgeciliğin ideolojik kalıntılarını üzerinde taşımaktadır.
Bir Vicdan Krizi Olarak İnsan Hakları
İnsan haklarının İsrail'in çıkarlarının
sınırlarında başlayıp bittiği bir dünya düzeni artık yalnızca Filistinliler
için değil, insanlık için bir tehdit oluşturmaktadır. Çünkü evrensellik iddiası
kurban edildiğinde geriye yalnızca çıkarlar ve şiddet kalır. Bugün Gazze
sokaklarında bombalanan yalnızca binalar değil; aynı zamanda ahlaki ilkelerdir,
uluslararası hukuk sistemidir, evrensel değerlerdir. Sessizlikle onaylanan bu
çifte standart gelecekte her mazlum halk için bir tehdit potansiyeli
taşımaktadır.