Gazze: Direne Direne…
Yasir, Batı Şeria'da dünyaya gözlerini
açmış; intifadada Gülistan"a kavuşan babasını görmemişti bile. Varsa yoksa
Mirac"ın Kalbi"ydi onun için.
Seksen İki'nin Kasabı, uzak yakın
akrabalarını, kapı bir komşularını zulm ile bu dünyadan koparırken… o da bir
tan vakti Kutlu Kervan'a iltica etmişti.
Nablus'a müjdeli haber tez ulaşmış,
şehadet tebriği için binler evine akın etmişti. "Asude bir
bahar"dı pencerelerine dolan. Ravza'dan
bir güvercindi eşiğine konan.
Şehitkent, "Errızku Alallah"
erleriyle dünyayı faniye bırakıyor… üçler yedilere, yediler kırklara, kırklar
yüzlere, yüzler binlere karışıyordu. Bir yüce bahtiyarlıktı Yasir'in ocağına
düşen.
Dumanı bir başka tütüyor, mahalleli
sanki bir beden olmuş, "Geride kalanlarına" dişlerinden
tırnaklarından artırdıklarıyla kol kanat geriyor… takvanın pratiğini yaşıyor,
teorisini anlı şanlı teolojicilere(!) bırakıyordu.
Bir göz evde altı can, Nablus Radyosu'şndan
saat başı ajansları alıyor… "son dakika"lar hep bir İrem yolcusunu
muştuluyor… Kah iki sokak ötede aşure sofralarından bir tanıdık, kah Eriha'üda
can ciğer bir kardeş son nefesini veriyor, cisminden vazgeçip ismine
kavuşuyordu: Adın Şehadet!
Dokuzuna yeni girmiş, yüzünde ayva
tüyleri, bakışları kartal, yürüyüşü Velidce… Sözleri dilinden değil Mavera'dan
dökülen bir Ziyad yürek Yasir, Cuma'yı iple çeker… Aksa Mescidi'ni görür görmez
anasının elinden kurtulur, beyazlar arasında bembeyaz oluverirdi.
Çorabına sakladığı sapanı
"Ebabilce" bir güç olur, bir'e on kuvvetiyle siyon şakağında
patlardı. Bir keresinde yakayı ele vermiş, “Ya Vedud!” hamlesiyle sıyrılıp tozu
dumana katmıştı.
Ölgün mum ışığında yüzünü pencereye
dayamış, betona gelen gömleğinin rengi atmış, masraf çıkarmamak için katlayıp
saklamıştı.
Uzaktan gelen sesler, dimağına bomba
gibi düşüyor… duydukları başka bir dünyada yaşadığı kanaatini uyandırıyordu.
Kemp Deyvid'de Sedat, "vadedilmiş
yurt"a harç taşıyor… “Ramses'in torunuyum, Teoder'n onuruyum!”u
seslendiriyordu.
Nil'den Fırat'a, Namus'un Ülkesi'ni
küfrün masasında kadehliyor… çağlar geçse de insanın değişmezliğini bir kez
daha rezilce sergiliyor… Leheb"in çocuklarının huzurunda takdis oluyor,
"ebter"lerden yazılıyordu.
Yasir, yumruklarını betona vura vura
haykırıyor… arka dişleriyle, ön dişlerini neredeyse yerinden oynatıyordu.
“Olamaz, kimse Halik'ıma, halkıma, vatanıma, can yatanıma muhanetlik edemez.”
Hayat mektebinde okumuş, gün görmüş
anacığının feraset yüklü kelimeleriyle hayat bulmuş, şok dalgası başından aşıp
gitmişti.
Bir Halid hıncı ihaneti yerde komamış,
Yasir idolünü bulmuştu.
Travmalar sürüyor… Rabat'ın Telaviv
asıllısı savaş baltalarını çıkarınca, “Demek yetiştirip yetiştirip, allayıp
pullayıp kavimlerin başına doluyorlar. Şimdi uyanmak vaktidir!” deyiveriyordu.
Adı başka, cinsi aynı.
Liyon damızlığı Burgiba, iffete harp
açıp sürek avı başlatmış… Topla tüfekle değil belki, lakin muhaberesiyle
sokaklara korku imparatorluğu salmış… kaçınılmaz akıbet onu da bulmuştu.
“Anacığım, o nasıl Habip; peki ya kimin dostu?”
“Bizde de vardı bir vakitler. Kuzey'de
Hakk'ı reddedip, Güney"de teslim olmuş(!) nifak ehlidir bunlar. Yolu aydın
olsun! Babandır bize öğreten, bir asil duruşu, özgürlüğü soluyuşu, mazlumu
koruyuşu, zalimi kovuşu…”
Frenk'e ülkeyi dar eden Utbe'nin
torunları şimdi çöllerde, yüzde doksan iki"nin hesabını veriyorlar. “Nasıl
olur da halkın gönlünü fetheder, zafere yürürsünüz? Bundan böyle açık oy, gizli
tasnif! Gelsin de Medeni kurtarsın sizleri!”
Yasir, tam da radyoyu un ufak edecekken:
“Pireye kızıp yorgan yakma! Irkımız bir, yüreğimiz başka! Tıpkı Alemlerin
Efendisi ile Cehaletin Babası gibi… İki ayrı alem: Nur ile ateş, sonsuz
mutluluk ile ebedi azap, Firdevs ile Gayya…”
Ömer Muhtar'ın ülkesinde bir adamcık
çıkmış, “Yeşil ile kırmızıyı sentez yapacağım!” diyormuş. Bilmiyor mu ki: “Eksilttiğiyle
ve artırdığıyla baş başa kalacak, bir gün. Niyetiyle baş başa. Yalnız ve baş
başa. Hiçbir şeyin fayda vermediği günde baş başa.
İblis'in bile: “Bana zorla mı inandın,
çek öyleyse benim gibi…!” terk edişiyle baş başa. Mecusilerle, Baasilerle baş
başa.
“Cancağızım niye şaşırdın? Uzantıları
yok mu bizde? Yolumuzu çizene kadar, İki Ayağının Gücü Yüreğindeki Adam, biz de
gaflet uykusundaydık. Yolu, yolumuz!”
Dünyanın Aydınlığıyla Aydınlandığı Güneş
Şehir'de Kral, muvahhidlere göz açtırmıyor, "Bir araya gelirlerse vurun
boyunlarını!" buyuruyormuş(!) Kraliyet televizyonunda Gazze"nin adı
bile yasakmış! Hahamın Hicaz"daki kolbaşıymış!
“Kaşı kalem, gözü badem oğlum! Şerif
Hüseyin'in adamları, saydıkların. Şimdi her biri, bir ırkdaş ülkede şehir eşkiyası.
Lavrens'e kucak açıp, birliğimiz tuz buz olup, Pay-i Taht derdest edilince
Lordlar'ın necis çizmeleri çiğnedi buraları.
Frenk komutan Garo, Dimeşk'e girdiğinde
Hıttin"in öcünü alırcasına Kudüs Fatihi"nin kabrini tekmeleyip:
"Kalk Selahaddin, Haçlı Seferi şimdi bitti, biz döndük!" narasını
atarken… Esad"ın dedeleri, torunlarına, Hama Seksen İki"yi
bırakıyorlardı. Elli bin Sümeyye, elli bin Selami…
İstanbul'un Zarif şairini işitmedin mi,
Cahitçe bir yürekle:
“O gün ezan sesi gelmedi;
camilerimizden, minarelerimizden
Korktum; bütün insanlar, bütün insanlık
adına!”
“Anne! O buraya gelemiyorsa… biz gidelim
Bir Halkı Dönüştüren Adam'a. Ne zaman kavuşacak yurdumuzun iki yakası?”
“Kalpleri değiştirmek O'na mahsus. İnsan, bir
vesiledir… vahiyle aradaki perdeyi kaldırmada. Gidelim, umudumuz bir başka
bahara kalmadan gidelim. Vakit bizi kuşatmadan gidelim. "Uyku, bizi sarmış
zehirli meyve"… Gidelim.
……………….
“Biz geldik!”
“Safalar getirdiniz!”
Gözünü ufka diken adam, dünya şafağına
son bir kez bakıyor, bakıyor… Nasipsiz kalleşlik, onu bir fecr vakti masivadan
koparıyor…
Geride direnen, direndikçe iki yüz altı
karada sınırları zorlayan Ezilenlerin İktidarı"nı, Mustaz'afların Zaferi'ni
muştuluyordu.
“Ya hayır söyle, ya da sus!”
Tarık Sezai Karatepe