Devrimci bir önder: Tarık Bin Ziyad!
Koskoca yarımada, önce
aforoz edilen, nihayet engizisyon pençesi altında inin inim inleyen mazlumlarla
doluydu.
Vizigot seçkinler,
dini siyasete/ticarete/hamasete alet ederek, Efendi-Köle düzenini kurmuşlardı.
Korku İmparatorluğu,
paralı/parasız ajanlarla, lejyonlarla ayakta duruyor; nerde bir ‘Yeter artık!’
hareketi başlasa, saatler geçmeden bastırılıyordu.
Bağırış çağırış
arasında götürülenlerin acı haberleri ulaşıyordu, şehirlere.
Hazret-i İsa´dan bir
söz ulaşmamıştı, buralara.
Oysa İsa Resul´ün
adına işleniyordu, cinayetler, vurgunlar, soygunlar, arsızlıklar, yolsuzluklar.
Hesap Günü gelmeyecekti, sanki.
Faizi, Yahudiler
sokmuş, Hristiyanlar beğenmişti. Kirli ilişkiler çarkına giren yerliler, ömür
boyu hizmetkarı oluyorlardı, Saray´ın.
Siyon bankerler, bir
ideal için buradaydılar: Borçlandır/Fakirleştir/Köleleştir!
Gerçi çeşitlenmemişti,
bugünkü kadar. Taşıt yoktu ki taşıt kredisi olsun. İhtiyaç kredisinin ise
esamesi okunmuyordu.
O gün toprakları, evleri…
elinden alınan köylüler, zorla borçlandırılıyordu. Öyle tıpış tıpış
gitmiyorlardı, emperyal bankalara.
Milli bankaları(!) da
yoktu, saçma sapan!
Allah faizi
yasaklamış, dini tekeline alan belamlar, ‘Şöyle de olabilir!’ diyerek, köşeyi
dönmenin yoluna bakmışlardı.
Yine de beynini teslim
etmemiş asil bir topluluk vardı, İber Yarımadası´ında.
Musa Nusayr´a haber
yolladılar:
“Kurtar bizi, şeytanın
adımlarından ve adamlarından!”
Nusayr, 40´ındaki
Tarık bin Ziyad´a verdi görevi. Yıldırım hızıyla ayrıldı Tarık.
Yedi gemi, beş bin
mücahidle!
Cebel artık Tarık Dağı
idi, yedi asır sürecek bir medeniyetin ilk adımları atılıyordu, buradan.
Sahilde mendil
sallayan anneler ve çocuklar, son kez görecekleri yiğitlere veda ediyorlardı.
Gemiler ufuk
çizgisinde kaybolunca, mahzun mahzun döndüler evlerine. Çok geçmeden, garip bir
huzur kapladı, yüreklerini. Teskin oldu kalpleri.
‘Cennette buluşmak
üzere!’ idi, Kutlu Sefer.
Rodrik haber almıştı,
yüz bin Haçlı ile akın etti, sahile. Yaşamayı seçenler kaçtılar, şehadet
yolcuları ise sahile çıktılar.
Rodrik bindirilmiş
kıtalar yolladı; Galiçya´dan, Leon´dan, Navarra´dan, Aragon´dan, Kastilya´dan…
Bir anda döndü Tarık,
baktı arkasına. Kuşatma sürüyor, ama bir türlü netice alınamıyordu. Kıyıda
gemiler varken zafer hayaldi. Bitkin düşen asker, dönmek istiyordu, belki de.
Buz kesen bir ses
duyuldu:
“Gemileri yakın!”
Sebebini anlamıştı,
asker. Kendi gemilerini yakmak da vardı, kaderde.
“Arkanız düşman gibi
deniz, önünüz deniz gibi düşman! Nereye gideceksiniz?”
Kırılma noktasıydı, bu
sözler. İşte, Hicret´ten 90 sene sonra İslam yurduydu, İber.
Şehirler düşüyor,
kiliseler anahtarlarını teslim ediyorlardı.
“Allah´ın yardımı ve
yakın bir fetih gelince” kalpler İslam´a açılmış, “İnsanların bölük bölük
Allah´ın dinine girdiğini görürsün!” hakikat olmuştu, bir kez daha.
Gırnata´dan
Kurtuba´ya, Toleytula´dan Madrid´e, Barselona´ya geçtikçe, yeni Müslüman olan
on binler karşılıyordu, onları.
İspanyolca,
Portekizce, Fransızca dua eden Müslümanlar vardı, Yarımada´da.
Şehirler hamamlarla,
evler tuvaletlerle tanışmıştı. Çorak topraklar parklarla bahçelerle donanmıştı.
Çöl ikliminde, imkanı
olmayan, ama mümkün´ü olan Mücahidler için İber Yarımadası, bir
çiçek/sebze/meyve resitaline dönüştü.
Bir duygu patlaması
yaşandı, İber´de.
Kıta santim santim
elden geçiyor, evler yollar köprüler dükkanlar camiler… nakış nakış
işleniyordu.
Fetih, Fransa´nın
güneyine ulaştı.
Pireneler´de kıyasıya
bir Hak Batıl savaşı yaşandı. Direnmek boşunaydı. Güney Fransa şehirleri, bir
bir teslim oldu, medeniyete.
Daha Roma´da Köln´de…
200 yazma eser bile yokken, Kurtuba´da 2 milyon el yazması vardı.
Endülüs´ün artçı/öncü
etkisi, Avrupa´yı sardı, kısa sürede.
Şimdi kıyılarda Tarık
Yıldızı parlıyor, El Hamra ihtişamlı günlerini arıyor.
Tarık Sezai Karatepe