202511 - Vakıf Katılım - Şaşırtan Masraf Rerun (160x600)
202511 - Vakıf Katılım - Şaşırtan Masraf Rerun (160x600)

10 Aralık 2025

Avrupa saraylarında bir Osmanlı casusu- Sicilyalı Mehmed Ağa (51)

 

Sicilyalı Mehmed Ağa'nın 45 yıl boyunca başta Fransa sarayı olmak üzere Avrupa'nın değişik saraylarında hafiyelik faaliyetleri yaptığından daha önceden bahsetmiş ve yazdığı mektupların ölümünden çok sonra Fransa'da yaşadığı evin yıkılması esnasında döşeme altlarından ve duvar içlerinden tomarlar halinde çıkınca bulunan bu belgelerin de Fransızlar tarafından tercüme ettirilmesiyle kitap haline geldiğine değinmiştik. Mektuplarda yer yer olan anlam kaymaları Mehmed Ağa tarafından kaleme alınan eski Türkçe metinlerin önce Fransızcaya oradan da İngilizceye çevrildikten sonra bizim tarafımızdan tekrardan günümüz Türkçesine çevrilmesinde oluşan hatalardan kaynaklanmaktadır. Bu mektuplardan örnekler sunmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Seksen yedinci mektup

Konya’daki Bedreddin Çelebi'ye

Ey aziz ve sabırlı derviş, başımı yere eğerek, sahip olduğum en büyük tevazu ile sana selam ederim. Şimdi sana, yaşlılığına duyduğum saygı ve hürmetin bir göstergesi olarak, çorap ve pabuçlarım olmadan, çıplak ayakla yazıyorum. Senin tertemiz masumiyetine duyduğum hayranlığı da ifade etmek istiyorum.

 

Bana gönderdiğin uzun mektupta gösterdiğin nezaket, bana ifade edemeyeceğim kadar büyük bir sevinç verdi; geçmişteki acılarımı unutturdu ve gelecekte başıma gelecekleri düşünmemi engelledi; çünkü şimdi, senin sevginin bu kadar açık bir kanıtını gördükten sonra, bu dünyayı isteyerek terk edebilirim. Yaşlılığınız beni şaşırtmıyor, çünkü hâlâ hayatta olan babanız 107 yaşında ve siz 82 yaşındasınız; bu da bana, ikinizi de uzun süre daha göreceğimi umut ettiriyor. Dualarınız ve iyi amellerinizin mükâfatı ile, dünyanın tüm hükümdarlıkların boyun eğmesi gereken Osmanlı Devleti’nin üzerine Cenab-ı Allah'ın bereketini ihsan etmesini temenni ediyorum.

Sultan Selim'e kendilerini tanıtan ve Acemlere karşı savaşacak askerlere katılmak isteyen otuz kardeş, hepsini tek bir kadından dünyaya getiren babalarını, doğadaki en asil türden bu kadar çok sayıda çocuk sahibi olma şansına sahip olduğu için tüm Müslümanlar arasında en mutlu kişi yapmıştı. Ama sen ve baban, bu bereketli ebeveynden daha mutlu olmalısınız. Baban savaştı ve cesareti, tavırlarının masumiyeti ve büyük itidalinin gücüyle, yaralar ve acılarla dolu bu zorlu çağdan galip çıktı. Peki ya sen, böylesine şanlı bir babanın layık oğlu olmak için neler yapmadın ki? Sen sadece babanın önceden yaptıklarını yapmakla kalmadın; aynı erdemleri edindin ve onları o kadar aştın ki, erdemin kendisini aştığını söyleyebiliriz. Senin gücün, katlandığın kanaatkârlık ve diğer çileler içinde hayranlık uyandırıcıdır; bu konuda, şüphesiz, asla taklit edilemezsin. Ancak, yalnızca senin için yaşayacağın cennet, insanlığın düşmanının asla zayıf düşüremeyeceği saf inancını bu dünyada ödüllendirecektir.

Hıristiyanlar şöyle derler: Allah onlara buyrukları verdiğinde, bunları mükemmel bir şekilde yerine getirenlere, Allah'ın emriyle onları ışığa kavuşturanlara uzun ömür vaat etti. Eğer bu doğruysa, ki büyük olasılıkla öyledir, uzun ömrün Allah'ın iyi yaşayanlara verdiği bir ödül olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Tenkitçi olan Nasraniler ise, insanların tufan öncesinde olduğu kadar uzun yaşamamalarının tek nedeninin günah olduğunu iddia ederler; çünkü o zamanlar insanlar, sanki ölümsüz olacaklarını düşündürecek kadar uzun yaşarlardı. Onlar, tufandan sonra Allah'ın insanların tabiatını değiştirdiğini ve uzun bir ömrü oluşturan bu uzun yıllar yerine, insanların en fazla 120 yıl yaşayabildiğini ve 80 yaşına ulaşanların çok az olduğunu ve bunun ötesindekinin ise ıstırap ve eziyet ya da insanları hayvanlara benzeten bir tür şuursuzluk olduğunu söylerler.

 Bize olan rahatsızlıkları tedavi etmek veya hafifletmek mümkün olduğu konusunda hemfikir olan çok az insan tanıyorum; ancak hayatın uzatılabileceği görüşünde olanlar çok azdır. Yine de bu mümkünse, burada inanılan ve geçen sene Paris'te yaşanan bir hikâyeye inanabiliriz.

Yaşlı bir adam, bu büyük şehrin bir papazına gitti ve şöyle seslendi: “Muhterem peder, yaşamaktan bıkmış olduğum için, vicdanım rahat bir şekilde artık yaşamamaya karar verebilir miyim, bunu sizden öğrenmek için geldim. Kimya biliminin bana öğrettiği bir iksir sayesinde 129 yaşına geldim ve bu sayede, hissettiğim hiçbir şeyden, yaşlandığımı neredeyse hiç fark etmedim; ancak, bu uzun yaşam şu anda bana sıkıcı ve dayanılmaz geliyor. Damarlarımdaki kanım o kadar arınmış ki, insanlığın genellikle maruz kaldığı ihtiraslardan hiçbirine sahip değilim. Damak tadım artık etlerin lezzetini keşfetmeme yardımcı olmuyor, kulaklarım sağır olmasa da gerçek ahengi seslerin karmaşasından ayırt etmeme izin vermiyor. Gözlerim görmeye açık, ama hiçbir nesneyi net olarak görmüyor. Koku alma duyum kokulardan etkilenir, ancak bunlar bende hiçbir iz bırakmaz. Dokunurum, ama dokunduğum şeyi hissetmem ve her şeye kayıtsızca dokunurum. Kalbim artık duyarlı değildir, arkadaşlarım için hassasiyet ve tutku duymaz. İçimdeki safra artık olağan sıcaklığını kaybetmiştir. Sevinç ve keder, öfke, sahip olma arzusu, umut ve nefret içimde söndü; bu sayede, tüm duyularımı korumada, tabiri caizse, duyarsız hale geldim. Bu nedenle, günah işlemeden yapabileceğimi garanti ederseniz, kendimi ölüme terk etmeye karar verdim; çünkü bu değerli iksiri iki gün almadan kalırsam, yakında öleceğime ve beni boğan sıkıntıdan kurtulacağıma eminim. Rivayete göre papaz bu feylezofa şöyle cevap verdi: Ölümü arzulamaması, aksine hayatını koruması gerektiğini; günlerini uzatmak için hiçbir sihirli sır kullanmadığını varsayarsak, sırrını keşfettiği ve seyahatlerinde bulduğu bu mucizevi iksirin cennetten bir armağan olduğuna inanması gerektiğini; Bu doğru, sıkıntılı bir hayattan kurtulacaktı, ama bir suç işlemeden bunun sonunu getiremezdi; ve Allah'ın kendisine bahşettiği hediyenin tadını çıkararak elde ettiği hazlarla kıyaslanamayacak olan şikayet ettiği acıları daha büyük bir tevekkülle çekmek için hayatını korumak zorundaydı.

Yüce Allah, seni bu feylezofun ömründen daha uzun bir ömürle taltif etsin ve sana memnuniyet verecek her şeyle donatsın. Ancak, her şeyden önce, bana verdiğin sözü asla unutmamanı rica ediyorum. Senin yüceliğine saygı duyan hizmetkarın Mehmed'e her zaman özel bir sevgi göstermeyi vaat etmiştin.

 

Paris, 1642 senesinin birinci ayının 15’i

 

Seksen sekizinci mektup

Saygıdeğer Veziriazama

Senin tavsiyelerinle, yeryüzünün en güçlü prenslerinin emri altında, Osmanlı Devleti'nin hüküm sürdüğü, dünyadaki tüm hükümdarlar için korku kaynağı olan, yenilmez savaşçı, sana cevap veriyorum. En itaatkar kullarınızı onurlandıran mektubunuzu, sizi yüce ihtişamınıza yakışır tüm tevazu ile okudum. Ve ruhen ayaklarınızın dibine kapanarak, onları gerçekten öpemediğim için, bana gönderdiğiniz emirlere itaat ediyorum, ki bunlar benim için kutsal kanunlardır.

 

İsveçli komutan Banniere öldü; imparatorun ordusunun generallerinden Picolicomini ise onun hemen yanında yatıyordu. Yarım saat içinde kendini, ordusunu, tüm yüklerini ve toplarını kurtardı ve inanılmaz bir hızla, sadece hayvanların geçebileceği dağlar ve ormanlar üzerinden geri çekildi, imparatorun ordusu sürekli olarak onun peşindeydi. O, büyük bir cesaret sahibi bir adamdı, İsveç Krallığı'na büyük hizmetlerde bulunmuş ve mükemmel bir komutan olarak ün kazanmıştı. İmparator, bir süre önce ona, efendisini değiştirip müttefikleri terk etmesi halinde büyük ödüller ve imparatorluk prensi unvanı teklif etmişti. Onu daha fazla etkileyebileceğini düşünerek, onu Büyük Sultan'a karşı ordusunun komutanı yapmayı da teklif etmişti, ancak o, sadakatinden ödün vermeden tüm bu teklifleri reddetti.

 Bu büyük komutan İsveç'te doğdu ve çocukken yüksek bir pencereden düştü, ancak hiç yaralanmadı; bu da kralın, onun olağanüstü bir şey için yaratıldığını düşünmesine neden oldu. Gençliğinde çok seyahat etti ve savaş olan her yere koşarak gitmekten asla yorulmadığı görüldü; bazen Lehistan'da, bazen de Moskova'da. Kralının ordusunun komutanı olduktan sonra, kısa sürede kuzeydeki en büyük komutanlardan biri olarak ün kazandı. Karargâh kurma sanatında mükemmeldi ve kimse onun kadar iyi bir şekilde orduyu savaşa hazırlayamazdı. Kendisinden daha güçlü bir ordudan geri çekilme şekli, tüm dünya tarafından hayranlıkla karşılanırdı. Her zaman iyi mevziler seçerdi ve bir kez ele geçirdiğinde, onları nasıl koruyacağını çok iyi bilirdi; böylece düşmanı ona karşı ne kadar güçlü bir orduyla gelirse gelsin, asla yenilmezdi. Farklı muharebelerde seksen bin kişiyi öldürmüştür ve İsveç, altı yüzün üzerinde sancağa sahip olmaktan gurur duymaktadır. Kral Gustav'a o kadar benziyordu ki, sık sık birbirleriyle karıştırılırlardı. Asla açgözlü değildi, aksine iyi bir koca olarak tanınıyordu. Kendini gösterdiği pek çok olay arasında, İsveç ordusu Norlinge'de yenilgiye uğradığında yaptığı şey en dikkat çekicidir.

Müttefikler tarafından tamamen terk edilmesine rağmen geri kalanları korudu ve durumu öyle bir düzene soktu ki, neredeyse anında yeni askerler topladı ve yanındakilere ayağa kalkmak için zaman ve cesaret verdi. Ve bu, ünü senin merakını uyandıran bu büyük komutan hakkında öğrenebildiğim tek şey.

Portekiz'in yeni kralının kardeşi Don Duarte de Braganza, imparatorun ordusunda büyük bir şöhretle hizmet etmesine rağmen, İspanyollar, kralın kardeşi tahta çıktığını duyar duymaz, bu hükümdarı tutuklaması için çok ısrarcı davrandıkları söylenir. Ancak imparatorun bu öneriye çok kızdığı ve bunun misafirperverlik kurallarına aykırı olduğunu söylediği söylenir. Ancak İmparatoriçenin günah çıkaran rahibi, İmparator'u ikna edecek ilahi gerekçeler buldu ve o, İspanyol nazırın eline teslim edildi. Nazır, onu çok güçlü bir birlikle Milano Kalesi'ne götürdü. Oradan, kardeşi Portekiz tacını İspanya Kralı Dördüncü Felipe'ye iade edene kadar çıkması pek olası görünmüyor.

 Geri kalanları, senin yardımcın olma şerefine nail olan kaymakama yazacağım; böylece, nurların efendisinin iradesinin aracı olarak saygı duyulması gereken ve tüm saatleri dünyanın yönetimine adanmış olan sana yazmayayım. Hiçbir şeyden her şeyi yaratan Allah'ın rızası ile, bir gün Büyük Sultan'ın ayaklarına, kafir ülkeleri yöneten tüm hükümdarların taçlarını koyup, böylece dünyanın veziri olasın.

Paris, 1642 senesi birinci ayinin 18’i

 

 

 

 

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
202511 - Vakıf Katılım - Şaşırtan Masraf Rerun (300x250)
202511 - Vakıf Katılım - Şaşırtan Masraf Rerun (300x250)