01 Ağustos 2025

Avrupa saraylarında bir Osmanlı casusu- Sicilyalı Mehmed Ağa (35)

 

Sicilyalı Mehmed Ağa'nın 45 yıl boyunca başta Fransa sarayı olmak üzere Avrupa'nın değişik saraylarında hafiyelik faaliyetleri yaptığından daha önceden bahsetmiş ve yazdığı mektupların ölümünden çok sonra Fransa'da yaşadığı evin yıkılması esnasında döşeme altlarından ve duvar içlerinden tomarlar halinde çıkınca bulunan bu belgelerin de Fransızlar tarafından tercüme ettirilmesiyle kitap haline geldiğine değinmiştik. Mektuplarda yer yer olan anlam kaymaları Mehmed Ağa tarafından kaleme alınan eski Türkçe metinlerin önce Fransızcaya oradan da İngilizceye çevrildikten sonra bizim tarafımızdan tekrardan günümüz Türkçesine çevrilmesinde oluşan hatalardan kaynaklanmaktadır. Bu mektuplardan örnekler sunmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Elli dokuzuncu mektup

Konya’da bulunan Bedreddin Çelebi'ye

Uzun ve bereketli bir yaşam sürdüğünüz için mutlusunuz; benim ne kadar hasta olduğumu düşününce, sizin bu büyük yaşınızı üzüntüyle anmadan edemiyorum. On beş günlük hastalıktan sonra gücüm tamamen tükendi ve bir hekim aramak zorunda kaldım; çünkü kendilerine güvenenleri sanki düşmanlarıymış gibi öldüren bu ülkenin insanlarına kendimi kolay kolay teslim edemem. Bu hekimleri sağlığımın durumu hakkında bilgilendirdiğimde, bana büyük bir tehlike içinde olduğumu ve tedavimin tehlikeli olduğunu söylüyorlar. Böyle yazarken saçmaladığımı düşünmeyin, çünkü saf gerçeği söylüyorum. Onlara hangi iklimde doğduğumu söylersem beni kesinlikle öldüreceklerdir; oysa onlara Boğdanlı olduğumu söylersem bana iyilik yapma şansları olabilir; gerçi bu Ülkenin havası ilk nefesimi aldığım Arabistan'ınkinden çok farklıdır. Hayatımı kurtarmak için bile olsa, doğruyu söyleyemediğim zaman, insan hayatı, özellikle de benim hayatım ne kadar çok acıya maruz kalır? Benim için dua et, aziz derviş ve eğer benden bir daha haber alamazsan, Mehmed'in öldüğüne inan. Sana karşı işlediğim ve benim isteğim dışında olan suçları da bağışla. Elveda; birbirimizi Allah'ta, Allah'la ve Allah'ın huzurunda göreceğiz.

 

Paris, 12. ayın 5'i, 1639 yılı.

*Bedreddin Çelebi'nim hangi Mevlevihane’nin postnişini olduğu henüz bilinmemektedir.

 

Altmışıncı mektup

Sakız'daki annesi Okumiçe'ye.

Sevgili anneciğim, sana son yazdığım için beni bağışla; sağlığım yerindeyken görevimi yerine getirmek için sana yazmadıysam beni ayrıca bağışla; belki de beni ararken artık bulamayacağın zaman seni aramama izin ver. Ölmeye hazırım; Allah beni yanına çağırırsa kendini üzme, kâfirlerin arasında olsam da ölüm başka yerlerde olduğu gibi burada da hükmünü sürdürüyor. Sana söyleyebileceğim en kötü haber, genellikle en uzun yaşamayı arzulayanların en kısa sürede ellerinden alındığıdır ve sana söylemekten utanmıyorum, ben de bu sayıdan biriyim. Henüz bu aşağı dünyadan isteyerek ayrılamıyorum. Ey mutsuz hayat! Ey hoş karşılanmayan ölüm! Ne endişelerim var değil mi? Ve Hıristiyanlar arasında yaşadığımdan beri hangi dehşetlere kapılmadım ki? Onlar bizim Kur'an'ımıza karşı vaaz veriyor, biz de onların İncil'ine karşı haykırıyoruz. Onlar Muhammed'in büyük bir sahtekâr olduğunu söylüyorlar; biz ise ona inanıyoruz. Gerçeği yalnızca kendilerinin bildiğine, tek azizlerin, seçilmişlerin ve Allah'ın seçtiklerinin kendileri olduğuna inanıyorlar; peki ya biz hatalarla dolu olursak ve Kur'an'ımız da sadece bir sürü sözden ibaret kalırsa, o zaman bize ne olacak?

 Senden ne iyi ne de kötü haberim var, yeni eşinden başka: Allah evlendiğin neşeli Rum'a, ilk kocan olan babamın ahlaksızlıklarını nasip etsin. Ne demek istediğimi biliyorsun. Kendisine gaddar derdi, çünkü avamın huylarından nefret ederdi.

 

Hayatım için sana teşekkür etmiyorum, çünkü benimle büyüklendiğinde en az düşündüğün şey buydu. Ama beni kendi göğsünde emzirdiğin için bir karşılık bekliyorsan, hiçbir şeye sahip olmayan zavallı bir kuldan sadece teşekkür sözcükleri bekle. Hayatın boyunca sev ve nefret et; ölmek üzere olan bir evlattan beklenebilecek en büyük miras budur. Bu sözleri kalbine nakşet: Her zaman dürüst olanı sev ve ona aykırı olandan her zaman nefret et. Böylece bu farklı ihtiraslar doğru hedeflerine yönelecektir.

 

Eğer Peşteli biraderim hala hayattaysa, ona masum bir öpücük ve bir el dokunuşuyla sevgilerimi ilet. Yüce Allah senin yaşlılığını korusun ve sürdürsün ve en yüce olan merhametiyle senin için hayatının son saatine kadar duyularının tadını çıkarmanı nasip etsin. Elveda.

 

(*) Mektup tarihsizdir ve annesinin isminin ne olduğu da tam olarak anlaşılamadı.

 

Altmış birinci mektup

Kardeşi Peşteli Halil'e.

Ömrümün sonuna yaklaştığımı düşünerek, akla hayale gelmeyecek bir hevesle sana üçüncü sırada yazıyorum, her ne kadar kalbimde birinci sırada olsan da. Sevgili Peşteli, herkesin arzusuna göre ödüllendirildiği o dünyada birbirimizi göreceğiz. Bu büyük kente vardığımda karşılaştığım karışıklık beni şaşırttı, ama başka bir zarar görmedim. Hava çok istikrarsız olsa da hava güzel, erzak bol ve tadı hoş; Sen Nehri'nin suyu tatlı ve berrak, erkekler iyi arkadaş ve kadınlar bana zarar vermedi; Kral beni kötü kullanmadı. Baş nazırı Kardinal Richlieu beni kendi tarzıma göre yaşamaktan alıkoymuyor; Muhteşem padişahımız benden hoşnutsuz değil, yine de rahatsızlığım çok şiddetli; kalbimi üzücü bir baygınlık ele geçirdi ve sağlığımdan ümidimi kesecek kadar kötü bir duruma düşmeye başladım. Eğer bana karşı hâlâ bir sevginiz varsa, bu mektubu şefkatle okuyun: Sana yapmış olabileceğim kötülükleri unut ve eğer sana nedenini açıklamadan ayrıldıysam, bu kadar iyi bir kardeşe duyduğum şefkati, hükümdarın emirlerine olan itaatime feda edebilme yeteneğini bana verdiği için Allah'a şükret.

Annemiz sana bir öpücük verirken benden selam getirecek; benden gelmiş gibi kabul et ağırbaşlılığını koru ve Avrupa'da olduğu gibi Asya'da da dürüst ol; Afrika'ya gidersen kötü örneklerin seni bozmasına izin verme. Bu mektubu sana gözyaşları içinde yazıyorum; ama ölürsem üzülme, kaçarsam da sevinme; çünkü böylece daha az ölümlü olmayacağım ve bugün ödemediğim haracı, diğer bütün insanlarla birlikte belirli bir zamanda ikimiz de ödeyeceğiz. İsteyerek ayrılmaya hazırlan; nasıl yaşayacağından çok, nasıl öleceğini düşün; yaşlanana dek yaşamak istiyorsan, gençken ölecekmişsin gibi yaşa.

 

Yüce Allah seni anlayışını mükemmel bir şekilde kullanmakta korusun ve sana bütün gerçeklerde rehberlik etsin ve eğer dünyanın en iyi kaptanı ve komutanı olmak istiyorsan, kendini fethetmeyi öğren. Elveda.

 

Paris, 5. ayın 12'si, 1639 yılı.

 

Altmış ikinci mektup

Zinetoğlu'na.

Sana sağlıklı olduğumu söylersem, yalan söylemiş olurum; çünkü gerçekten hastayım ve kısa ve ölümcül olsa da kaçınmanın elimde olmasını dilediğim bir hastalık bekliyorum. Humma bana sık sık insanın ne kadar kırılgan ve narin bir varlık olduğunu ve işlerin çokluğunda, refah zamanlarında olduğu kadar sıkıntı zamanlarında da oradan ayrılmayı düşünmesi gerektiğini hatırlatıyor. Yediğim ekmeğin tadı yok; yalnızlık bana kasvetli geliyor ve arkadaşlık beni yoruyor; çünkü konuşulanlara katılamıyorum ve yine de hiçbir şey söylemelerinden hoşlanmıyorum; beni sudan başka hiçbir şey memnun etmiyor, ancak tüm deniz susuzluğumu gidermeyecek. Yatakta huzursuzum ve kendimi oturduğumdan daha yorgun buluyorum; dün sevdiğim şeylerden bugün nefret ediyorum. Kitapları nasıl sevdiğimi bilirsin, bu huyum tamamen değişti. Odama güneş girse, dayanamadığım için hemen pencerelerimi kapatıyorum ve bir dakika karanlıkta kaldıktan sonra, ışık için sabırsızlanıyorum. Çeşitlilikleri ve eğlenceleri görmek için her yerden yabancıların geldiği söylenebilecek Paris, şimdi bana bir budalalar hastanesi gibi görünüyor: Konstantiniyye'den ve dostlarımla birlikte olmaktan başka bir şey istemiyorum, onların yanında rahat edeceğimi hayal ediyorum. Ve bu, daha fazla sarıklı Müslüman görme umudu olmayan arkadaşının mutsuz durumu. Cahil bir hekimi görmekten, İmparator Severus'un rüşvetçi bir yargıcı görmekten nefret ettiği kadar nefret ediyorum ve bana hizmet eden küçük bir uşağı gerekli bir kötülük olarak görüyorum: Yine de beni ele geçiren hastalığı anımsatarak sizi biraz oyalayacağım. Bu düşmanı evimde ağırlayalı altı aydan fazla olmadı; kendini aptal yerine koyan bir Fransız uşak; domuz gibi bir boyu var, ama düzenbazlıkta çok usta; zarifler gibi giyiniyor, yarı çıplak ve şairane divaneler gibi tulumlar giyiyor; Her gün odamı süpürmek onun olağan görevidir, ama Augis'in ahırı kadar pis bir odadır; ben uyanıkken o uyur, ben uyurken o hep uyanıktır; ışığı gördüğü bu on üç yıl boyunca yemek yemeden iki saat geçirdiğini hatırlamaz: Beni utandırmamak için açıktan ve insanların önünde yemek yemiyor; ama yine de köşelerde bir şeyler atıştırmaya devam ediyor. Gurbete çıktığımda onu takip etmek zorunda kaldım ve şimdi yatağımı tutuyorum, hangimizin efendi olduğuna karar vermek zor, çünkü şapkasını başından hiç ayırmıyor. Pelerinlerimi giydirmekten çok çıkarmaya hazırdır; bu yüzden böyle zamanlarda beni çırılçıplak bırakmamasına özellikle dikkat ederim. Ayrıca o, herhangi bir Floransalı kadar politikacıdır: İyi bir iş yapacağı zaman İspanyol hızına kapılır, ama kötü bir işi mükemmelleştirmek için Sezar'ın en hızlı seferlerinde olduğu gibi çeviktir; bu yüzden ondan aldığım hizmet için kendi koluma ve elime borçluyum, iyi dövülene kadar asla koku vermeyen bazı İlaçlar gibi: Dinine gelince, insan onun tenasühe (*)  sahip olduğunu düşünebilir, kendisini yiyen bitleri o kadar dikkatli koruyor ki, onları öldürürken Pisagor'un kurallarına aykırı davranmasın. Ayrıca her türlü temizliğe, suya ve gerçeğe karşı uzlaşmaz bir düşmandır; bir sinagogdan daha kokuşmuş, bir İsviçreli 'den daha sarhoş ve herhangi bir kâhinden daha büyük bir yalancıdır. Bu arada hastalığım artıyor ve içimdeki düşman o kadar iyi ki, ganimetlerimle daha onurlu bir şekilde yaşamak için kesinlikle ölümümü bekliyor. Bugün dünden çok farklıyım; yarın uzun evime gidip gitmeyeceğimi bilmiyorum. Ebedî olana benim için dua et ve bir zamanlar birlikte esir olduğumuzu hatırla. Yine de çok şikâyet etsem de umutsuzluğa kapılmadığıma inan. Sana yazmayı bıraktım ama seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim. Mehmed bu kâfirler memleketinde seni kucaklıyor, seni her zaman kalbinde taşıyor ve senin için sürekli dua ediyor.

 

Paris, 12. ayın 4'ü, 1639 yılı.

(*) Tenasüh: Hinduizm gibi Doğu Asya dinlerinde, insanın ölümünden sonra tekrar tekrar dünyaya geldiğine inanılmasıdır. Kelimenin günümüzdeki karşılığı reenkarnasyondur.