Avrupa saraylarında bir Osmanlı casusu- Sicilyalı Mehmed Ağa (30)
Sicilyalı
Mehmed Ağa'nın 45 yıl boyunca başta Fransa sarayı olmak üzere Avrupa'nın
değişik saraylarında hafiyelik faaliyetleri yaptığından daha önceden bahsetmiş
ve yazdığı mektupların ölümünden çok sonra Fransa'da yaşadığı evin yıkılması
esnasında döşeme altlarından ve duvar içlerinden tomarlar halinde çıkınca
bulunan bu belgelerin de Fransızlar tarafından tercüme ettirilmesiyle kitap
haline geldiğine değinmiştik. Mektuplarda yer yer olan anlam kaymaları Mehmed
Ağa tarafından kaleme alınan eski Türkçe metinlerin önce Fransızcaya oradan da
İngilizceye çevrildikten sonra bizim tarafımızdan tekrardan günümüz Türkçesine
çevrilmesinde oluşan hatalardan kaynaklanmaktadır. Bu mektuplardan örnekler
sunmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Elli ikinci mektup- ikinci kısım
Çoğu zaman iki büyük devletin
anlaşmazlıklarının tek bir seferde karara bağlandığını görürüz; ama yirmi
paralık bir hukuk davası çoğu zaman bir adamın bütün ömrünü alır ve belki de
mirasçılarına kalır.
Ama bu Hükümdarın samimiyetinin dikkate değer
bir örneğini dinleyin. Paris'e gelen Savoy Dükü ile arasındaki bazı
anlaşmazlıkları sona erdirmek için onu tutuklamaya ikna etmek isteyenler oldu. Kendisine
öğüt verenlere şu yanıtı verdi: Seleflerinden Birinci Francis ona, bir Prensin
istediğini elde etmekten çok, söz verdiği şeyi yapmak zorunda olduğunu
öğretmişti; çok daha önemli bir Prensi tutuklamak onun elindeydi, ama bunu
yapmadı, kendi sözüyle oraya gelen imparator Beşinci Şarl'ın Krallığından
gitmesine izin verdi; bundan sonra, diye ekledi, Henry prenslere böyle bir
örnek verecek mi? Savoy Dükü bana verdiği sözü sık sık tutmadıysa, benim de onu
örnek almam gerekmez; suçlar asla örneklerle onaylanamaz. Aynı Savoy dükü ona,
krallığından ne kadar gelir elde ettiğini sordu. Ona şu yanıtı verdi:
"İstediğim kadar gelir elde ediyorum, çünkü kendimi sevdiriyorum; bu
yüzden uyruklarım bütün mülklerimizi ortak sayıyorlar.
Bir yıla yakın bir süre önce ölen
oğlu için başsağlığı dilemeye gelen bir elçiye çok hoş bir yanıt verdi; bu
kayıptan dolayı artık üzülmediğini, çünkü Allah'ın kendisine iki tane daha
verdiğini söyledi.
Büyük üne sahip bir komutan, kralın birkaç kez
yinelediği hoşgörünün onu sevmeye zorlayamadığını söyleyince, Henry ona,
sonunda onu zorlayacak kadar çok iyilik yapacağına dair söz gönderdi.Şu
atasözünü sık sık kullanırdı: Bir damla balla, bir teneke sirkeden daha çok
sinek avlanır.
Bir gün bir keşiş onu askeri konularda
eğlendirirken, “Aç bakalım peder,” dedi, "bu güzel dersleri nerede
öğrendiğini bana göster. Bir gün bir terzi ona bir siyaset kitabı sunduğunda,
orada bulunan başvekile şöyle dedi: Sayın başvekil, bana bir takım elbise
biçin, işte sizin işinizden anlayan bir terzi ve bana krallığımı nasıl yönetmem
gerektiğini söylüyor.
Bir gün papanın elçisi, yirmi ile
otuz arasında çok güzel hanımın bulunduğu büyük bir ziyafetteyken, bu
piskoposa, daha önce birçok savaşa katıldığını, ama kendisini hiç bu kadar
büyük bir tehlike içinde bulmadığını söyledi.
Bu Krallıkla olan eski ittifaklarını
yenilemek üzere Fransa'ya gelen kırk İsveçli vekilin masraflarını karşılamak
üzere şehrin çeşmelerinden alınacak bir vergiyi kabul etmesi için kendisine
ısrar eden Paris Şehremini'ne verdiği cevaptan daha hoş bir şey olamazdı; Bunun
üzerine ona cevabı şu oldu: Bu hakim, suyu şaraba çevirmekten başka bir çare
bulmalıdır; bu, bildiğiniz gibi, Hıristiyanların taptığı olan İsa Mesih'ten
başka hiç kimsenin yapmadığı bir mucizedir; ve daha fazla bilgi edinmeniz için
şunu bilmeniz gerekir ki, İsveçliler şarabı dünyadaki her şeyden çok severler
ve bu sebepsiz değildir.
Bu kral on beş yaşında savaşa katılmış ve on
yedi yaşında bir düşmanı öldürmüş; ertesi yıl da yüzbaşılarından birinin
hayatını kurtarmış ve atını da öldürtmüştür. Beş savaşta ve yüzün üzerinde
çarpışmada bulunmuş ve iki yüzden fazla yeri kuşatmıştır. Düşmanlarının,
çeşitli zamanlarda ve farklı yerlerde elli beş orduya sahip olduğunu bildiği
yedi farklı savaşı sürdürdü ve her zaman önemli bir üstünlük elde etti.
Ona büyük sıfatını verenler, ona
gerçek adını vermişlerdir. Bütün milletler ona büyük saygı duydular ve sen de
çok iyi biliyorsun ki, padişahlarımız, yani kâinatın en kudretli hükümdarları,
bu büyük adamın talihine ve yiğitliğine hayran kaldılar. Elliden fazla tarihçi
onun hayatını yazdı; beş yüzden fazla şair onun övgüsünü yayınladı. Şu anda
size, bu kralı, kahramanlar arasından seçeceğiniz kişilerle karşılaştırma
hürriyetini bırakıyorum.
Eğer Fatih Sultan Mehmed Han ondan daha
fazlasını yapmadıysa, şu farkla ki, kral Henri kendi mirası olan Galyalıları
fethetti ve Sultan Mehmed on iki krallık ve bir imparatorluk fethetti, çünkü
tüm dünyanın Müslümanlara ait olduğuna inanıyordu. Henry Paris şehrini zapt
etti ve Sultan Mehmed kendisini Kostantiniyye'nin efendisi yaptı.
Fransa kralı arkasında, mermerlerin üzerinde
ve ünlü yazarların yazılarında ihtişamına dair sonsuz sayıda iz bıraktı; oysa Sultan
Mehmed sadece mezarının üzerinde, gerçekleştirmeyi tasarladığı ama asla
yapamayacağı şeyi, yani Rodos'u almayı ve gururlu İtalya'ya boyun eğdirmeyi
gösteren izler bıraktı.
Arıları anımsa; sana sunulan onca
çiçek arasından, Mustafa'nın zihnini biçimlendirmek ve ruhunu balmumu gibi
yumuşatmak için sana en tatlı ve en uygun görüneni topla.
Sana bu Henri'yle ilgili daha çok
şey anlatabilirim; ama hepsini yazmaya gerek yok, öyle ki, yalnız cesaretiyle
talihini yeniden kuran böyle bir adamın neler yapabileceğini hayal edecek
zamanın olsun.
Ayrılışınızı bana bildirin ve geri
çekileceğiniz yere vardığınızda, padişahın oğluna mutlu bir hoca ve bilge bir
hükümdara sadık bir nazır olmanızı dileyen sadık dostunuz Mehmed’i unutmayın.
Paris, 1639 yılının ikinci ayının 18'i.
Elli üçüncü mektup
Başkatib Muslu Reis Efendi'ye.
Eğriboyunlu'ya yazdığım mektubu
henüz bitirmiştim ki, Provence kıyılarından öyle olağanüstü ve dehşet verici
bir olay haberi geldi ki, bilge ve deneyimli bir kişi olan sizi bundan haberdar
etmekten başka bir şey yapamam; çünkü bunu, sorumluluğunu taşıdığınız Devlet-i
Aliyye'nin mühimme defterlerine kaydettirmenizi istiyorum.
Cezayir Beyi Hasan Paşa kırk yaşında
ölmüştür; ölümüyle ilgili anlatılanlar öylesine korkunç olaylarla doludur ki,
Kur'an'ın düşmanları bile bu olaylardan nefret etmektedirler. Söylendiğine
göre, sonunun yaklaştığını hissedince, asil bir soydan gelen ve fidyeleri için
büyük paralar beklenebilecek iki genç Hıristiyan kölenin boğulmasına neden
olmuş, bu zalimliği için hiçbir neden ileri sürmemiş; hatta onlara karşı hiçbir
şikâyeti olmadığını, yüzlerindeki bazı belirtilerden tatlı bir mizaca sahip olduklarını
ve doğaları gereği sadık olmaya eğilimli olduklarını gözlemlediğini itiraf
ettikten sonra. Yere serildiğinde, üzerinde Altın Harflerle işlenmiş şu Sözler
bulunan bir tür ince Eşarp bulundu; Hasan Paşa, diğer dünyaya yaptığı
yolculukta iyi bir yoldaşlık arzuladığından, kölelerinin en güzellerini
kendisiyle birlikte diri diri gömülmesini sağlayacaktır.
Böylesine korkunç bir maceranın
haberi, Fransızların bize karşı nefretini o kadar arttırdı ki, düşmanlarımızın
hakaretlerine dayanamadığım için kendimi gizlemek zorunda kaldım. Hiç şüphe yok
ki, bu zalim canavar öteki dünyada kara melekler tarafından tutuluyor.
Allah'ım, böylesine korkunç bir suçun
Afrika'nın geri kalanını ifsat etmesine izin verme. Bununla birlikte, size şu
tavsiyede bulunmakta özgür olabilir miyim: Bu alçak Hasan'ın cesedi çıkarılsın,
yakılsın ve külleri denize atılarak anısı boğulsun.
Mehmed sizi kâinatın en gürültülü şehrinden
selamlar ve İstanbul'da ya da başka nerede olursanız olun, mutlu yılların
devamını ve ölümden sonra yüz yirmi dört bin peygamberin şefaatinin tadını
çıkarmanızı diler.
Paris, 1639 yılının ikinci ayının 18’i