22 Haziran 2025

Avrupa saraylarında bir Osmanlı casusu- Sicilyalı Mehmed Ağa (30)

 

Sicilyalı Mehmed Ağa'nın 45 yıl boyunca başta Fransa sarayı olmak üzere Avrupa'nın değişik saraylarında hafiyelik faaliyetleri yaptığından daha önceden bahsetmiş ve yazdığı mektupların ölümünden çok sonra Fransa'da yaşadığı evin yıkılması esnasında döşeme altlarından ve duvar içlerinden tomarlar halinde çıkınca bulunan bu belgelerin de Fransızlar tarafından tercüme ettirilmesiyle kitap haline geldiğine değinmiştik. Mektuplarda yer yer olan anlam kaymaları Mehmed Ağa tarafından kaleme alınan eski Türkçe metinlerin önce Fransızcaya oradan da İngilizceye çevrildikten sonra bizim tarafımızdan tekrardan günümüz Türkçesine çevrilmesinde oluşan hatalardan kaynaklanmaktadır. Bu mektuplardan örnekler sunmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Elli ikinci mektup- ikinci kısım

 

Çoğu zaman iki büyük devletin anlaşmazlıklarının tek bir seferde karara bağlandığını görürüz; ama yirmi paralık bir hukuk davası çoğu zaman bir adamın bütün ömrünü alır ve belki de mirasçılarına kalır.

 Ama bu Hükümdarın samimiyetinin dikkate değer bir örneğini dinleyin. Paris'e gelen Savoy Dükü ile arasındaki bazı anlaşmazlıkları sona erdirmek için onu tutuklamaya ikna etmek isteyenler oldu. Kendisine öğüt verenlere şu yanıtı verdi: Seleflerinden Birinci Francis ona, bir Prensin istediğini elde etmekten çok, söz verdiği şeyi yapmak zorunda olduğunu öğretmişti; çok daha önemli bir Prensi tutuklamak onun elindeydi, ama bunu yapmadı, kendi sözüyle oraya gelen imparator Beşinci Şarl'ın Krallığından gitmesine izin verdi; bundan sonra, diye ekledi, Henry prenslere böyle bir örnek verecek mi? Savoy Dükü bana verdiği sözü sık sık tutmadıysa, benim de onu örnek almam gerekmez; suçlar asla örneklerle onaylanamaz. Aynı Savoy dükü ona, krallığından ne kadar gelir elde ettiğini sordu. Ona şu yanıtı verdi: "İstediğim kadar gelir elde ediyorum, çünkü kendimi sevdiriyorum; bu yüzden uyruklarım bütün mülklerimizi ortak sayıyorlar.

Bir yıla yakın bir süre önce ölen oğlu için başsağlığı dilemeye gelen bir elçiye çok hoş bir yanıt verdi; bu kayıptan dolayı artık üzülmediğini, çünkü Allah'ın kendisine iki tane daha verdiğini söyledi.

 Büyük üne sahip bir komutan, kralın birkaç kez yinelediği hoşgörünün onu sevmeye zorlayamadığını söyleyince, Henry ona, sonunda onu zorlayacak kadar çok iyilik yapacağına dair söz gönderdi.Şu atasözünü sık sık kullanırdı: Bir damla balla, bir teneke sirkeden daha çok sinek avlanır.

 Bir gün bir keşiş onu askeri konularda eğlendirirken, “Aç bakalım peder,” dedi, "bu güzel dersleri nerede öğrendiğini bana göster. Bir gün bir terzi ona bir siyaset kitabı sunduğunda, orada bulunan başvekile şöyle dedi: Sayın başvekil, bana bir takım elbise biçin, işte sizin işinizden anlayan bir terzi ve bana krallığımı nasıl yönetmem gerektiğini söylüyor.

Bir gün papanın elçisi, yirmi ile otuz arasında çok güzel hanımın bulunduğu büyük bir ziyafetteyken, bu piskoposa, daha önce birçok savaşa katıldığını, ama kendisini hiç bu kadar büyük bir tehlike içinde bulmadığını söyledi.

 

Bu Krallıkla olan eski ittifaklarını yenilemek üzere Fransa'ya gelen kırk İsveçli vekilin masraflarını karşılamak üzere şehrin çeşmelerinden alınacak bir vergiyi kabul etmesi için kendisine ısrar eden Paris Şehremini'ne verdiği cevaptan daha hoş bir şey olamazdı; Bunun üzerine ona cevabı şu oldu: Bu hakim, suyu şaraba çevirmekten başka bir çare bulmalıdır; bu, bildiğiniz gibi, Hıristiyanların taptığı olan İsa Mesih'ten başka hiç kimsenin yapmadığı bir mucizedir; ve daha fazla bilgi edinmeniz için şunu bilmeniz gerekir ki, İsveçliler şarabı dünyadaki her şeyden çok severler ve bu sebepsiz değildir.

 Bu kral on beş yaşında savaşa katılmış ve on yedi yaşında bir düşmanı öldürmüş; ertesi yıl da yüzbaşılarından birinin hayatını kurtarmış ve atını da öldürtmüştür. Beş savaşta ve yüzün üzerinde çarpışmada bulunmuş ve iki yüzden fazla yeri kuşatmıştır. Düşmanlarının, çeşitli zamanlarda ve farklı yerlerde elli beş orduya sahip olduğunu bildiği yedi farklı savaşı sürdürdü ve her zaman önemli bir üstünlük elde etti.

Ona büyük sıfatını verenler, ona gerçek adını vermişlerdir. Bütün milletler ona büyük saygı duydular ve sen de çok iyi biliyorsun ki, padişahlarımız, yani kâinatın en kudretli hükümdarları, bu büyük adamın talihine ve yiğitliğine hayran kaldılar. Elliden fazla tarihçi onun hayatını yazdı; beş yüzden fazla şair onun övgüsünü yayınladı. Şu anda size, bu kralı, kahramanlar arasından seçeceğiniz kişilerle karşılaştırma hürriyetini bırakıyorum.

 Eğer Fatih Sultan Mehmed Han ondan daha fazlasını yapmadıysa, şu farkla ki, kral Henri kendi mirası olan Galyalıları fethetti ve Sultan Mehmed on iki krallık ve bir imparatorluk fethetti, çünkü tüm dünyanın Müslümanlara ait olduğuna inanıyordu. Henry Paris şehrini zapt etti ve Sultan Mehmed kendisini Kostantiniyye'nin efendisi yaptı.

 Fransa kralı arkasında, mermerlerin üzerinde ve ünlü yazarların yazılarında ihtişamına dair sonsuz sayıda iz bıraktı; oysa Sultan Mehmed sadece mezarının üzerinde, gerçekleştirmeyi tasarladığı ama asla yapamayacağı şeyi, yani Rodos'u almayı ve gururlu İtalya'ya boyun eğdirmeyi gösteren izler bıraktı.

Arıları anımsa; sana sunulan onca çiçek arasından, Mustafa'nın zihnini biçimlendirmek ve ruhunu balmumu gibi yumuşatmak için sana en tatlı ve en uygun görüneni topla.

Sana bu Henri'yle ilgili daha çok şey anlatabilirim; ama hepsini yazmaya gerek yok, öyle ki, yalnız cesaretiyle talihini yeniden kuran böyle bir adamın neler yapabileceğini hayal edecek zamanın olsun.

 Ayrılışınızı bana bildirin ve geri çekileceğiniz yere vardığınızda, padişahın oğluna mutlu bir hoca ve bilge bir hükümdara sadık bir nazır olmanızı dileyen sadık dostunuz Mehmed’i unutmayın.

 Paris, 1639 yılının ikinci ayının 18'i.

 

Elli üçüncü mektup

Başkatib Muslu Reis Efendi'ye.

Eğriboyunlu'ya yazdığım mektubu henüz bitirmiştim ki, Provence kıyılarından öyle olağanüstü ve dehşet verici bir olay haberi geldi ki, bilge ve deneyimli bir kişi olan sizi bundan haberdar etmekten başka bir şey yapamam; çünkü bunu, sorumluluğunu taşıdığınız Devlet-i Aliyye'nin mühimme defterlerine kaydettirmenizi istiyorum.

 

Cezayir Beyi Hasan Paşa kırk yaşında ölmüştür; ölümüyle ilgili anlatılanlar öylesine korkunç olaylarla doludur ki, Kur'an'ın düşmanları bile bu olaylardan nefret etmektedirler. Söylendiğine göre, sonunun yaklaştığını hissedince, asil bir soydan gelen ve fidyeleri için büyük paralar beklenebilecek iki genç Hıristiyan kölenin boğulmasına neden olmuş, bu zalimliği için hiçbir neden ileri sürmemiş; hatta onlara karşı hiçbir şikâyeti olmadığını, yüzlerindeki bazı belirtilerden tatlı bir mizaca sahip olduklarını ve doğaları gereği sadık olmaya eğilimli olduklarını gözlemlediğini itiraf ettikten sonra. Yere serildiğinde, üzerinde Altın Harflerle işlenmiş şu Sözler bulunan bir tür ince Eşarp bulundu; Hasan Paşa, diğer dünyaya yaptığı yolculukta iyi bir yoldaşlık arzuladığından, kölelerinin en güzellerini kendisiyle birlikte diri diri gömülmesini sağlayacaktır.

Böylesine korkunç bir maceranın haberi, Fransızların bize karşı nefretini o kadar arttırdı ki, düşmanlarımızın hakaretlerine dayanamadığım için kendimi gizlemek zorunda kaldım. Hiç şüphe yok ki, bu zalim canavar öteki dünyada kara melekler tarafından tutuluyor.

 Allah'ım, böylesine korkunç bir suçun Afrika'nın geri kalanını ifsat etmesine izin verme. Bununla birlikte, size şu tavsiyede bulunmakta özgür olabilir miyim: Bu alçak Hasan'ın cesedi çıkarılsın, yakılsın ve külleri denize atılarak anısı boğulsun.

 Mehmed sizi kâinatın en gürültülü şehrinden selamlar ve İstanbul'da ya da başka nerede olursanız olun, mutlu yılların devamını ve ölümden sonra yüz yirmi dört bin peygamberin şefaatinin tadını çıkarmanızı diler.

 

Paris, 1639 yılının ikinci ayının 18’i